Kültürel İktidar
Birkaç gün önceki konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanı, hayati bir konuyu tekrar gündeme getirdi. Mealen şöyle dedi: "Siyasi anlamda iktidar olabiliriz ama kültür ve sanat alanında hiç iktidar olamadık." Bunun birkaç sebebi var: Birincisi, son iki yüzyıldır kültür ve sanat üretimlerinin doğrudan modernleşmenin uzantısı olarak ortaya çıkmalarından dolayı siyasal temellükçülerinin de sol ideoloji taraftarı olmaları; ikincisi, muhafazakar insanların, kültür ve sanata özgü bile olsa Batı'dan gelen her türden üretime tereddütlü yaklaşmalarıdır. Halkın sağduyusu, Batı'yı bir tehdit ögesi olarak telakki ettiğinden, yakın zamanlara kadar, onun ürettiği değerlere de temkinli yaklaşma eğilimine girmiştir.
Tanzimat ile başlayan Batılılaşma serüvenimizin Batıcı ideologları, neredeyse bütün sanat ve kültür üretimlerini siyasetlerinin pratik bir zemini ve meşrulaştırıcı ögesi olarak tahayyül ettiler. Daha 1839'dan başlayarak Beyoğlu semtinden İstanbul'un öteki yakalarına ve oradan da ülke sathına Batılı siyaseti incelten bir öge olarak hep modayı, mobilyayı, görsel sanat zevkine uygun sanatları güncel yaşam pratiğini değiştirmenin, genel anlamda ise geleneksel yaşam tarzını zamana yayarak 'demodeleştirmenin' aygıtı biçiminde tasarladılar, öyle de yaptılar. Elbette bunun edebiyattaki yansımaları doğrudan 'roman türü' üzerinden gerçekleşmiştir. Recaizade'nin Araba Sevdası'ndaki tiplerin güncel yaşamı İstanbul'dan ziyade Paris'te geçmiş gibidir. Samipaşazade'nin Sergüzeşt romanındaki Celal'in evinde yer alan kültür ve sanata dair her bir göstergenin altında Batı'nın imzası vardır. Halid Ziya Uşaklıgil'in yarattığı belirgin kadın karakterlerin neredeyse hepsi Batılılar gibi giyinir, konuşur, davranır, yaşar. Bütün bir Servet-i Fünun romanının dekorasyonu yine Batılıdır, ilhu2026
Bu durum, Cumhuriyet sonrasında bırakın durulmayı, katmerlenerek ve hatta biraz da ironik bir aşırılığa vararak devam etti: Türkiye'yi Batılılaştırma sevdalıları, siyasetten ziyade kültür ve sanata müdahale ederek halk ile geleneğin arasını açma planları yaptı. Örneğin, müzmin yerli jakobenlerin Kadro dergisi, üç yıl süren yayın hayatı boyunca "halka rağmen halk için" aforizmasını hiç değiştirmedi ve yoğunlukla kültür ve sanata yer verdiği yazılarında hep Batılı değerleri kutsayan, yerli değerleri çağın dışında addeden söylemleri dillendirdi. 1930'lu yılların ortasında Türk musikisini ilga kanunu çıktı ve Türkçe müzik yasaklandı. Çankaya toplantılarının gündem maddelerinden biri de sözüm ona, "gericiliği yerecek, ilericiliği benimsetecek romanlar, şiirler yazılması" telkinlerinden oluşmaktaydı. Edebiyat tarihimizde, bu telkinlerle yazılmış bir yığın "tezli roman" bulunmaktadır. Orta öğretim programlarından Klasik şiirimiz (divan) kaldırıldı ve bilinçli biçimde Osmanlı devletini paranteze alan, İslamiyet öncesi Türklüğü ile Cumhuriyet sonrası Türklüğünü bitiştirecek bir kes-yapıştır tarih anlayışı benimsendi. Kılık kıyafet yasasını, şapka kanununu hiç söylemeye gerek yoku2026 Bütün bunlardan dolayı, Batılılaşmanın kültürel ve sanatsal art alanlarının, Türkiye'deki muhafazakar çevrelerde belli rezervler yaratmasından daha doğal ne olabilir?..
Çok Partili hayata geçildikten sonra, özellikle ikinci dünya savaşının ardından, bütün dünyada inanılmaz bir nihilizm eğilimi ortaya çıktı: İnsanlık, kendini yiyip bitiren bir geçmişi tümden reddedip yeni bir değerler oluşumuna ihtiyaç duymak yerine kaosun içine Hedonizm'i yerleştiren yeni bir düşünme biçimi, yeni bir dünya görüşüyle yüz yüze geldi: Frankfurt Okulu'ndan devşirme Postmodernist anlayış, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de modernleşme metafiziğine rahmet okutacak bir değersizleşme yarattı. Sadece bazı muhafazakar İslami çevrelerin etkisinden kurtulabildiği postmodernizmin sanat ve kültür dokusuyla da doğrudan temas kurulmadı/kurulamadı. Hal böyle olunca muhafazakarlar, ülke siyasetinde yer yer egemen olurken, sanat ve kültür alanında nispeten dışarıda kaldı. Gerisindeki tek metafiziğin; tüketme, her şeye rağmen ve sürekli tüketme olduğu bir hadsizliğin yer aldığı bu süreçte, muhafazakarların sanat ve kültüre uzak durmalarının, onunla aralarına mesafe koymalarının cehaletten ziyade kendini koruma refleksiyle çok daha fazla ilgisi olduğu ortadadır.
Siyaset, güncel yaşam pratiğini organize etmek için vardır. Yedeğine her durumda kendi duruşunun, dünya görüşünün kültürel ve sanatsal ögelerini de almak zorundadır. Batılılaşma, en azından 'içeride' dengelendiğine göre, sıra artık yerli değerlerin hammaddesini oluşturduğu bir sanat ve kültür hamlesi başlatmaya gelmiştir. Değilse, yedeğine zenginleştirici ve derinleştirici bir öge olarak sanatı almayan hangi siyasetin ömrü kendiyle sınırlı kalmamıştır ki!