Kültürel fukaralık
Bazen “niçin yazıyorum” diye kendi kendime sorarım. Bu soruyu son birkaç yıldır daha sık sormaya başladım. Çünkü hem ciddi, ağırbaşlı, sorunları çözmeye odaklı tartışmalar yok, hem de sanki büyük bir ilgisizlik var.
Konuyu birkaç boyutlu olarak irdelemeye çalışacağım. Birincisi, 1980 ve 90’lı yılar boyunca Türkiye’de farklı ideolojik angajmanlara bağlı olarak çıkan dergiler ve yayınlar üzerinden tartışmalar olurdu. Kültür, devlet, siyaset, fundamentalizm, akıl, bilgi vb. birçok temel tartışma konusunu hatırlıyorum. Dünya ile irtibat biçimleri, müslümanların kendilerini nasıl konumlandırmaları gerektiği heyecanlı tartışmaların konusu olurdu. Dergiler daha çok satılır ve takip edilirdi. Cevaplar, kritikler, eleştiriler ciddiye alınırdı. Hem ideolojilerin kendi içinde hem de ideolojiler arası görüş ve tartışmalarda bir canlılık söz konusu idi. Şu anda geldiğimiz noktada görebildiğim kadarıyla bu bitmiş durumda.
Genel yayın yönetmenliğini yürüttüğüm Yetkin Düşünce dergisini çıkarma fikrimin temeli bu kültürel verimsizliğe bir son vermekti. Böyle sivil bir derginin bazı arayış ve heyecanlara karşılık geleceğini düşünüyor ve varsayıyordum. Gelişmeler beni bir noktaya kadar doğruladı. Fakat özellikle Türkiye ve dünyanın geleceğini inşası konusunda ideolojiler arası heyecanlı bir arayış ve tartışma ortamı oluşamadı. Bundan sonra beklentim, tüm ideoloji, düşünce ve felsefi görüşleri dikine kesen ciddi teorik tartışmalar yapmak ve ortak bir yaşam dünyası inşa etmek için stratejiler geliştirmek üzere harekete geçmektir.
Sorunun bir boyutu toplum içindeki kutuplaşmalardan mülhem körü körüne yapılan ve hiçbir şey söylemeyen tartışmalardır. Söz gelimi; şeker konusu tartışılsa, hemen esmer şekerciler beyaz şekerciler gibi gruplar (bu gruplar uydurmadır) oluşur. Herkes neredeyse birbirine inat taraftar olduğu sloganlar eşliğinde galip gelme mantığıyla bir şeyler söyler. Diğer yandan bu tartışma konuları da, kesinlikle ne toplum ne de ülke için sadra şifa olacak mevzular değildir. Maalesef hem konular hem dil bazında seneler geçtikçe ortalamanın altına düşülmesi beni ciddi tedirgin etmektedir. Çoğunlukla da herkes kendisinin “iyi” olmasını bir başkasının kötülüğü üzerinden delillendirmektedir.
Bu anlamda ciddi tartışma platformları oluşmadığı gibi, tartışmaları da entelektüellikten ziyade fanatik aydınlığın belirlediği görülmektedir. Fikir çilesi çeken, toplumun sorunlarının farkında olan, bunun için tartışmalara açık ve hakikate kabule hazır bir tavır göstermesi gereken entelektüel gruplar da, belirli taraftarlıkların fanatik savunucu haline geliveriyorlar. Bilginin ne anlama geldiği bile üzerinde çok ciddi düşünülmüş değil.
Enforme edilmiş olarak, toplumlar üzerinde iktidar kurmuş bilgi yaşam tarzlarının ana güzergahlarını belirlerken, içinde yaşadığımız sorunlardan nasıl çıkılacağına dair sahici konular gündemde işgal etmesi gereken yerde değiller. Bu, bir anlamda toplumların kendilerini bir başka hipnotize etme biçimi olsa gerek. Bu bağlamda yaşama özen gösterme daha çok “bios”un çeperleri etrafında dönmekte. Fakat insanların dünya ile irtibat kurma biçimlerine bu kadar duyarsız olmaları beni ciddi anlamda şaşırtıyor. Tam da bu noktada, günlük olayların karmaşası ve medyanın büyüselliğinin insan ile kendisi arasına girerek yabancılaşmayı sonuna kadar yükselttiği görülüyor.
Açıkçası en fazla kendim için yazıyorum. Hayat eğer hakikati bir arayışsa, bu yolda yürürken bazı patikalar açmak, bazı patikalarda izler yaparak onu yol haline getirmek gibi katkılar beni mutlu ediyor. Yazmak bana bunu sağlıyor.