Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.71
Gram Altın
2956.20
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Eylül 2021

Kültür doğalı temellük ederken

İnsan ilk andan itibaren kendisini bir tabiatın içinde bulmuş, ancak hemen bir kültür üretmeye de başlamıştır. Modernleşmeden itibaren başlayan dünyaya farklı bakışla birlikte gelen kırılma bugün gelinen noktada kültürelliğin (bunu duruma göre yapaylığın diye de okuyabilirsiniz) tabiatın üzerine çıkarak, onu temellük etmesiyle farklı bir boyuta ulaşmıştır.

Öncelikle kültür ve tabiat (ya da doğa) arasındaki farklılık ve ilişkiyi, meseleyi daha iyi anlatabilmek açısından açımlamak yararlı olacaktır. Söz gelimi; barınmak insanın temel bir ihtiyacıdır. Barınma ihtiyacını güvenliğini sağlamak üzere farklı şekillerde karşılayabilir. Meselâ, mağaralara sığınabileceği gibi ağaçtan ve daha sonra taştan inşa ettiği baraka ve evlerle de bu ihtiyacını giderebilir.

İnsanlığın ilk dönemlerinde tabiata fazla müdahale etmeden ve hatta modern zamanlara gelinceye kadar tabiatla uyum içinde bu ihtiyaç giderilmiştir. Esasen akan dere üzerine bir köprü yapmak bile tabiata bir müdahaledir. Fakat bunlar aynı zamanda bir ihtiyacı da gidermektedir. Dolayısıyla tabiata müdahale etmeksizin bir hayatı düşünmek belki zordur. Fakat burada modernlikle birlikte bir perspektif değişimi yaşanmıştır; tabiatla uyum değil, tam tersine tabiata hakim olmak üzere ona müdahale etmek.

İçinde yaşadığımız hayat basit ve sade bir şekilde karşılanabilecek barınma ihtiyacının maliyetini kültürün mutlak egemenliği insan için artırmıştır. Nitekim yeni konutlara baktığımız zaman iki önemli noktayı görmekte zorlanmayız. Birincisi, evlerin içinde boyasından eşyalara ve dolaplara kadar insanın ürettiği kültürün insanı da aşarak onu belirlemeye başlamasıdır. Nitekim çoğu zaman bu eşyaların ne kadarı gerekli diye sorduğunuzda durumun daha çok farkına varırsınız. Artık eşyalardan insanların zihni karışmış durumda. Ayrıca bunların kısa sürece “kullan at” şeklindeki tüketim mantığının konusu olması ciddi bir handikap.

İkincisi, Bugünkü şartlarda ortalama olarak çoğu insan on yıllık ödemelerle bir eve sahip olabiliyor. Kirası ile kıyaslanınca bir ev kendisini 25-30 sene arasında telafi edebiliyor. Dolayısıyla çoğu insan hayatını basit bir barınak ihtiyacı ve onun içindeki eşyalar için harcamak durumunda kalıyor.

Esas sorun ise giderek tabii olanla insan arasına giren mesafe sebebiyle yapay ürünler ve yapaylık hayatın bütününe doğru sirayet ediyor. Nitekim insan bedeninin estetik operasyonlarla dönüştürülmesinden tutun da birçok içecek ve yiyecek ürünleri ile kullanılan ürünler insanın ürettiği kültürün tabiatın önüne geçtiği ve onu kapsayarak hakim olduğunu bize net bir şekilde göstermektedir.

Hegel doğa ile kültür arasında yaptığı ayrımda, insanın doğa ve tin şeklinde iki dünya kurduğundan bahseder. Nihayetinde Hegel tinin dünyasının bir yabancılaşma oluşturduğunun farkındadır ancak bu yabancılaşmanın aşılabilmesi için tinin dünyası zorunlu bir uğrak noktasıdır.

Peki insan yabancılaşma açısından ne durumdadır? Doğrusu ilerleyen zamana baktığımız zaman, yapaylığın her şeyi kuşattığı bir dünyada giderek tabiat ile ilişki irtifa kaybetmektedir. Burada tabiatı sadece dışarıdaki ağaçlar ve bitkiler olarak düşünmemek gerekir. Bizzat insanın kendi tabiatı ve eşyanın tabiatı gibi kapsamlı ve külli bir perspektif geliştirmek zorunludur.

İnsanın tabiatla ilişkisinin giderek dolayım kazandığı ve direkt ilişki olmaktan çıktığı her durumda yabancılaşma artmaktadır. Dolayısıyla insan kendi ürettiği tinselliğin esiri olmaktadır. Her dolayımlama ise paganizme bir sızıntı demektir. Kanaatimizce özgürleşmeye buradan başlamak lazımdır.