Kültür doğalı temellük ederken
İnsan ilk andan itibaren kendisini bir
tabiatın içinde bulmuş, ancak hemen bir kültür üretmeye de başlamıştır.
Modernleşmeden itibaren başlayan dünyaya farklı bakışla birlikte gelen kırılma
bugün gelinen noktada kültürelliğin (bunu duruma göre yapaylığın diye de
okuyabilirsiniz) tabiatın üzerine çıkarak, onu temellük etmesiyle farklı bir
boyuta ulaşmıştır.
Öncelikle kültür ve tabiat (ya da doğa)
arasındaki farklılık ve ilişkiyi, meseleyi daha iyi anlatabilmek açısından
açımlamak yararlı olacaktır. Söz gelimi; barınmak insanın temel bir
ihtiyacıdır. Barınma ihtiyacını güvenliğini sağlamak üzere farklı şekillerde
karşılayabilir. Meselâ, mağaralara sığınabileceği gibi ağaçtan ve daha sonra
taştan inşa ettiği baraka ve evlerle de bu ihtiyacını giderebilir.
İnsanlığın ilk dönemlerinde tabiata fazla
müdahale etmeden ve hatta modern zamanlara gelinceye kadar tabiatla uyum içinde
bu ihtiyaç giderilmiştir. Esasen akan dere üzerine bir köprü yapmak bile
tabiata bir müdahaledir. Fakat bunlar aynı zamanda bir ihtiyacı da
gidermektedir. Dolayısıyla tabiata müdahale etmeksizin bir hayatı düşünmek
belki zordur. Fakat burada modernlikle birlikte bir perspektif değişimi
yaşanmıştır; tabiatla uyum değil, tam tersine tabiata hakim olmak üzere ona
müdahale etmek.
İçinde yaşadığımız hayat basit ve sade bir
şekilde karşılanabilecek barınma ihtiyacının maliyetini kültürün mutlak
egemenliği insan için artırmıştır. Nitekim yeni konutlara baktığımız zaman iki
önemli noktayı görmekte zorlanmayız. Birincisi, evlerin içinde boyasından eşyalara
ve dolaplara kadar insanın ürettiği kültürün insanı da aşarak onu belirlemeye
başlamasıdır. Nitekim çoğu zaman bu eşyaların ne kadarı gerekli diye
sorduğunuzda durumun daha çok farkına varırsınız. Artık eşyalardan insanların
zihni karışmış durumda. Ayrıca bunların kısa sürece “kullan at” şeklindeki
tüketim mantığının konusu olması ciddi bir handikap.
İkincisi, Bugünkü şartlarda ortalama olarak
çoğu insan on yıllık ödemelerle bir eve sahip olabiliyor. Kirası ile
kıyaslanınca bir ev kendisini 25-30 sene arasında telafi edebiliyor.
Dolayısıyla çoğu insan hayatını basit bir barınak ihtiyacı ve onun içindeki
eşyalar için harcamak durumunda kalıyor.
Esas sorun ise giderek tabii olanla insan
arasına giren mesafe sebebiyle yapay ürünler ve yapaylık hayatın bütününe doğru
sirayet ediyor. Nitekim insan bedeninin estetik operasyonlarla
dönüştürülmesinden tutun da birçok içecek ve yiyecek ürünleri ile kullanılan
ürünler insanın ürettiği kültürün tabiatın önüne geçtiği ve onu kapsayarak
hakim olduğunu bize net bir şekilde göstermektedir.
Hegel doğa ile kültür arasında yaptığı
ayrımda, insanın doğa ve tin şeklinde iki dünya kurduğundan bahseder.
Nihayetinde Hegel tinin dünyasının bir yabancılaşma oluşturduğunun farkındadır
ancak bu yabancılaşmanın aşılabilmesi için tinin dünyası zorunlu bir uğrak
noktasıdır.
Peki insan yabancılaşma açısından ne
durumdadır? Doğrusu ilerleyen zamana baktığımız zaman, yapaylığın her şeyi
kuşattığı bir dünyada giderek tabiat ile ilişki irtifa kaybetmektedir. Burada
tabiatı sadece dışarıdaki ağaçlar ve bitkiler olarak düşünmemek gerekir. Bizzat
insanın kendi tabiatı ve eşyanın tabiatı gibi kapsamlı ve külli bir perspektif
geliştirmek zorunludur.
İnsanın tabiatla ilişkisinin giderek dolayım kazandığı ve direkt ilişki olmaktan çıktığı her durumda yabancılaşma artmaktadır. Dolayısıyla insan kendi ürettiği tinselliğin esiri olmaktadır. Her dolayımlama ise paganizme bir sızıntı demektir. Kanaatimizce özgürleşmeye buradan başlamak lazımdır.