Kulluğun kuralları ve piyasa koşulları
Müminler Allah’a imanda karar kıldıktan sonra hayatı O’ndan kaçırmaları mümkün değildir… Çünkü iman kuru bir iddia ve boş bir temenni anlamına gelmiyor…
İman ciddi bir iddiadır. Her iddiada olduğu gibi iman iddiası da ispat ister…
Allah katında makbul olan İslam’ın iman ve salih amelden teşekkül ettiğini biliyoruz.
Amel imanın sonucudur. Amel imana delalet eder… İman varsa amel de vardır…
Amel imanın aynısı ya da gayrısı değildir… Ancak amel imandandır…
Amellerimiz aynı zamanda inanç dünyamızın dışavurumudur…
Allah’a inanıyorsanız, Allah’ın, yaşamınıza yönelik her türlü düzen ve disiplinine tabisiniz demektir.
İslam sadece bir inanç sistemi değil, bir yaşam biçimi, bir varoluş tarzı ve bir dünya görüşüdür…
Din salt bir vicdani kabul değildir…
Din insana hayatın anlam ve amacını öğretir, ahlak ise sağlam bir temele oturtur.
Bunları ifade ederken maksadımız kelamî bir tartışmayı yenilemek değil… İman-amel ilişkisinin ilmi teferruatı zaten bu yazının konusu değil… Bilinen bir gerçek; mezhepler arası en temel tartışma başlıklarından biri de iman ve amel konusu olmuştur… Bu mesele salt entelektüel bir tartışma değil…
Peki, biz neyin derdindeyiz?
Post-modern günlerde amelsiz, maneviyatsız, ruhsuz ve bir o kadar da her yere çekilebilen, göreceli bir İslam algısının yayıldığı ve teşvik edildiği gözlerden kaçmıyor…
‘Amelsiz Müslümanlık’ trendinin gittikçe kabul gördüğü bu süreçlerde, modern dini yorumlara İslam’dan onay aranıyor...
İman-ilim-amel bütünlüğünü parçalayan, gerek geleneksel ve gerekse yenilikçi yaklaşımlar yeni hurafelerin yolunu açıyor…
İmanla amel arasında makas gittikçe açılıyor… Sonuçta bilgili, kültürlü ama ‘amelsiz’ bir kuşak geliyor…
Belki gençlikte bilinçli ideolojik bir deizm tercihi yok ama ‘amelsiz bir İslam’ algısı yaygınlaşıyor…
Dini görünürlük öne çıkıyor… Gösteriş dini; dini gerçekliği örtüyor ve maneviyatı yerle bir ediyor…
Dini söylemdeki boğucu retorik, öznesiz ritüeller dinin ruhunu zedeliyor…
Törencilik ve törecilik dinin tükenişini beraberinde getiriyor… Özel gün ve gecelere sıkıştırılmış bir dindarlık dini daralmaya neden oluyor…
Dini hayatı hatta dinin kendisini gösteriye ve şova dönüştürmekte ve tüketimin metaı haline getirmektedir…
Adeta Müslümanlığa yeni form yükleniyor. İslami farizaların yerini faraziyeler ve formaliteler alıyor…
Artık dünyevileşmek bir sapma olarak görülmüyor; bir yaşam tarzı olarak sunuluyor… Müslümanların dünyevileşmesi yetmiyor bir de dinin kendisi dünyevileştiriliyor…
Dünyevileştikçe düşüyoruz… İçeriksizleşen din… Deruni zenginliğini, enfüsi derinliğini yitirmiş Müslümanlar çıkıyor piyasaya…
İnsanlar yapmadıkları şeyleri yapıyor görünmeyi marifet sanmaları zamanla sathiliğe ve sapmaya neden oluyor…
Gelinen noktada; ‘’İslam başka, Müslümanlar başka’’ ikilemine sanki biz neden oluyoruz… İkircikli, çift kimlikli bir ruh hali yani şizofrenik bir durum ortaya çıkıyor…
İslam bir vadide, Müslümanlar bir başka vadide…
Burada niyetimiz kimseyi suçlamak veya aklamak değil, sadece kendi gerçeğimizle yüzleşmek ve sorgulamak…
‘’İbadet önemli değil, sen kalbine bak’’ saçmalığına prim vermemek…
‘’Kolay cennet’’ yanılgısını, amelsiz kurtuluş beklentisini masaya yatırmak…
Anlaşılan o ki, risk derinden geliyor; önce bilinç kayması sonra kalp kayması ve en son ayak kayması beliriyor…
Şimdilerde fıkhı olmayan bir dindarlıkla karşı karşıyayız. ‘İbahiye mezhebi’ yeniden sahnede… Geçmişte bildiğimiz Mürcie mezhebi, Müslümanların bugünkü hallerini görmüş olsalardı muhtemelen görüşlerini gözden geçirirlerdi…
Kuşkusuz İslam’ın içinin boşaltılması İslam’a yönelik bir suikasttır…
Amelsiz Müslümanlık… Ahiretsiz Müslümanlık… Ya da cihadsız İslam… Ahkâmsız İslam… Neredeyse İslamsız bir Müslümanlık ihdas edecekler…
Tüm bu yakıştırma ve çarpıtmalara rağmen İslam hâlâ muteber, fakat kendini İslam’a nispet edenlerin itibarı yerlerde sürünüyor…
Sorun Müslümanların İslam’ı temsil edebilme sorunu…
Çözüm; şahitliğimizi salih amellerle desteklemek… Bilgiyi amelle taçlandırmak…
Amele dönüşmeyen bilginin ‘’merkepleşmek’’ve ‘’köpekleşmek’’ riskine işaret ediyor yüce Kur’an…
Evet, eyleme dönüşmeyen bilgi sadece yüktür…
Güçlü ve güzel bir yaşamın güvencesi ‘’üsvei hasene’’ ve ‘’sünneti seniyye’’dir…
Ameli hayatındaki tüm yoğunluğuna rağmen yüce Nebi(sav)nin hedefi belliydi:
‘’Şükreden bir kul olmayayım mı?’’
Nafilelerle ilgili kurbiyeti kalıcı kılıyordu…
Anlaşılan o ki, Allah’a karşı dürüstlüğümüzün kanıtı; imani, ameli ve ahlaki hayatımızdaki tutarlılık ve kararlılıktır…
‘’Üşene üşene namaza kalkmak’’ münafıkların vasfı olarak beyan ediliyorsa, namaz kılmamayı alışkanlık haline getirenlerin halini varın siz düşünün!..
Müslüman kusurlu olabilir, ancak sürekli ve maksatlı kusurlu davranmak başka bir şeydir…. Kasvet ve gaflete teslim olmaktır…
Ertelemeci ve mazeretçi anlayışlar toplumsal bir hastalığa dönüşüyor… İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanamaya başlıyor… Keyfilik ve gevşeklik üzerine kurulu bir yaşam İslami kuralların önüne geçiyor…
Kulluğu piyasa koşulları belirliyor…
Amelsizlik, akideyi de ahireti de zorluyor… En iyisi Cibril hadisine dönüp, kendimizi gözden geçirmektir…
İhsan kıvamında bir kulluğu hedeflemektir… Tevhid ve takva temelinde hayatı yeniden inşa etmektir…
Kaldı ki, bir defa yaşama hakkımız var, yedeği yok!..