Küllerinden doğmak
Buharlı makine ile başlayan sanayi devrimi ile birlikte üretim kolaylaşmış, insan gücü kullanımı azalmış ve makineleşme giderek artmıştır. Bu durum seri üretim sistemine geçişi sağlamış ve bu sisteme geçilmesiyle birlikte tüketim sürekli teşvik edilmiş ve sonucunda enerji ihtiyacı da giderek artmıştır.
Artan enerji ihtiyacı küresel ve bölgesel çatışmaları
artırmış, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar gitmiştir. Nitekim zengin yer
altı enerji kaynaklarına sahip olan bu coğrafyada Osmanlı gibi hakkı savunan
güçlü bir devlet kalmayınca bu bölge adeta kan gölüne dönmüştür.
Savaşların merkezi haline gelen ve “batı” dünyası tarafından
“Ortadoğu” olarak adlandırılan bu coğrafyada gerek iç karışıklık çıkartarak,
gerekse terör örgütlerine müdahale bahanesiyle küresel güçlerin varlığı hiç
eksik olmadı.
Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında giderek
şiddetlenen bu coğrafyadaki çatışmalar “Arap Baharı” olarak isimlendirdikleri
süreç sonrasında daha da artmaya başladı.
Osmanlı bakiyesi bu topraklarda küresel güçlerin enerjiyi
daha rahat bir şekilde sömürebilmesi için kaos ortamı hazırlayarak müdahil
olması bu bölgede suların sürekli kaynamasına neden oluyor.
Türkiye de bu coğrafyadaki tüm bu kaos ortamından elbette ki
etkileniyor. Hatta bölgede barış ve huzurun tesis edilmesi için mücadele ettiği
için de türlü iftiralara ve saldırılara maruz kalıyor.
2013 yılı mayıs ayında faizin %3,5 seviyesine kadar düştüğü,
enflasyon oranının %6,51 olduğu, IMF’ye olan borcunun son taksitini ödemesinin
hemen ardından başlayan Gezi olayları ve devamında gelen 17/25 Aralık yargı
darbe girişimi, hendek-barikat-canlı bomba terörü, 15 Temmuz hain darbe
girişimi, kur manipülasyonları ve ekonomik yaptırımlar ile Türkiye belli bir
hizaya sokulmak istendi.
Buna karşılık Türkiye yerli sanayisini geliştirmek için
destekler vermeye başladı. Nitekim 2018 kur saldırısının 2018 Mayıs ayında
açıklanan 135 milyar TL’lik teşvik paketinin ardından gerçekleşmesi aslında hiç
de tesadüf değil. Türkiye’nin savunma sanayiinde yakaladığı yerlileşme ve
millileşme başarısını diğer sektörlere de yayma çabası, Türkiye’nin diğer
ülkelere bağımlılığını azaltmasının yanında onların ihracat pazarından da pay
almaya başlayacak olması, Türkiye’yi hedef haline getirdi.
Türkiye bunlarla da yetinmeyip denizlerde kendi imkânlarıyla
doğalgaz aramaya başlaması ve bugün itibariyle 405 milyar metreküplük bir
doğalgaz rezervi bulması, Türkiye’nin gerek bölgesinde, gerekse küresel çapta
önemli bir güç haline gelmesine büyük destek sağlayacaktır. Tabi bu durum
Türkiye’nin eskiyen küresel güçler tarafından hedef tahtasına konulmayacağı
anlamına gelmiyor.
Cari açığını azaltan Türkiye döviz ihtiyacını azalttıkça
daha istikrarlı bir hale gelecek, son yıllarda içine düştüğü orta gelir
tuzağından kurtulmasına büyük destek olacaktır.
Mevcut durumda bile gerek ülke sınırlarımızın içinde,
gerekse Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinde, Libya’da, Doğu Akdeniz ve Ege bölgelerinde
bizzat kendi güçleriyle, Azerbaycan’da SİHA’larıyla askeri anlamda tarih yazan
bir Türkiye görüyoruz.
Pandemi sebebiyle küresel ekonominin büyük bir daralma
yaşadığı dönemde yaşanan ekonomik problemleri bir başarısızlık olarak
göstermeye çalışanlar olsa da, Türkiye hedeflerine doğru adım adım ilerlemeye
devam ediyor.
15 yıl öncesine kadar kendi haklarını koruma konusunda
yeterli güce sahip olamayan Türkiye, artık dost ve kardeş ülkelerin haklarını
koruma noktasına kadar gelmiş durumda.
Türkiye’nin yerli sanayisine verdiği destek ile artık yüksek
teknolojili ürünlerin üretimine ve bu alandaki ihracatını artmaya
başlayacaktır. Böylece 2002-2013 döneminde yaşanan ekonomik büyüme döneminden
daha hızlı bir ekonomik büyüme dönemine geçileceğini söylemek mümkündür.
Bugün yaşanan bir takım problemler bir doğum sancısı olarak
söylenebilir. Ancak gelecek dönemde Türkiye’yi çok daha müreffeh günlerin
beklediğini söyleyebiliriz.