Kul yanmasın…
Sefil Selimi’nin “Çul yanmasın” şiirini bir kez daha okuma fırsatım oldu. Olağanüstü bir şiirdir, olağanüstü fedakârlık var bu şiirde. İnsanın bir başkası için kendisini yakması akıl dışı görülebilir ancak bizim kültür ve değerlerimizde kendini feda ederek bir başkasını yaşatmak var.
Bir fedakârlık ancak bu kadar anlamlı anlatılabilir:
“Dost
zülfün boynumda urgan ederler
El
vurur sinemi al kan ederler
Belki
bir yoksula yorgan ederler
Çul
yanmasın
Sefil Selimi yansın”
Yoksula yorgan olacak çulun
yanmaması için kendini
yakmayı göze almak
sadece Hz. İbrahim örneğinde var. Adanmışlığın zirve noktasıdır bu...
Bu denli fedakârlık örneği her toplumda yok. Kıymet bilmek ve değer
vermek, bir diğer anlamıyla yapılan iyiliklerin, güzelliklerin unutulmaması veya yok sayılmaması…Yani vefalı olmak,
dostluktur. Dost, senin olmadığın yerde seni savunmaktır, seni aratmayandır.
Evet, vefa kıymet bilmektir. İyilik gördüğün insanı unutmamandır. Bu müminin özelliğidir. O halde vefa imanın gereğidir. Vefasızlık ise nankörlüktür.
Sen vefalı mısın, vefasız mı?
Üzerinde emeği, hakkı ve hukuku olan insanların
zor zamanlarda yanındaysan sorun yoktur, vefalısın demektir. Vefalı insan
fedakârdır. Dost, yükün ağır gelse de onu almaktan çekinmeyendir.
Hz. Peygamber: “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı
olandır” buyurmuştur.
O halde vefalı insan faydası olan insandır. Tecrübemiz, fedakârlık yapılmayacak birisini hayatımızda tutarak yükümüzü artırmanın bir anlamı yoktur. Üstat Necip Fazıl da, “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.” der. Vefasız insanı anlatmak için bundan daha güzel söz olabilir
mi?
Korkum, fedakâr ve vefalı insanların sayıları her geçen
gün azalıyor. Bundan geçmişe özlem duyduğum anlaşılabilir. Doğrudur anlaşılsın istiyorum. Geçmişin güzelliklerini, yapıcı yanını ve iyi yanlarını kim özlemiyor ki
bugün? Özlüyoruz, özleniyor, en çokta bugünlerde ihtiyaç duyuyoruz.
Bir yozlaşmadır yaşanıyor. Bundan en çok değerlerimiz etkileniyor.
Yozlaşmayla birlikte gözü
pek, gönlü derviş,
fedakâr
insanların sayıları azalıyor. Sonuç, eğri büğrü adamların çoğalmasıyla elinde baltalı adamlar
ormana dalıyor. Dünyanın geldiği noktada, çoğunluk yaşadığı hayattan ve
yaşananlardan memnun değildir. Anne baba evladından, evlatlar ebeveynlerinden
memnun değil. Her şeyin tersine döndüğü
bir süreç yaşanıyor!
Teknolojinin hayatımızdaki etkisi arttığından beri
bu süreç
kusursuz işliyor. Sosyal
medya çılgınlığı, ruhsal
hastalıkları tetikliyor. Ne yazık ki itibarlı olmanın ölçüsü sosyal medya şarlatanlığı ile ölçülüyor. Sonuç, toplumsal değerler yerlerde sürünüyor!
Evet, sosyal medya bağımlılığı stres ve problem üretiyor, toplumsal yozlaşmanın ve depresyonun kaynağı oluyor! Bugün hastanelerde
sosyal medya bağımlılığıyla mücadele eden bölümler var. Bu
hastalık öldürmeyip
süründürüyor!
Bireyselleşmeyle birlikte depresyon her evin
kapısını çalıyor. Yaşamdan beklentiler azalıyor. Bu yeni
yaşam tarzı kişinin sadece kendini düşünmesini,
kişide farklı ve
acayip tip olma hastalığını tetikliyor. Korkumuz toplumsal cinnettir!
Her şey gerçek anlamının dışına çıkıp anlamsızlaşıyor!
Gençlerdeki hissizleşme büyük sorun! Depresyon ve
sosyal medya hastalığı neredeyse gribe
yakalanmaktan daha kolay oluyor. Bireyde çöküntü; ailelerin çöküntüsüne oradan
da toplumsal çöküntüye doğru
ilerliyor. Enteresan tipleri ummadık
ailelerde ve ummadık
semtlerde çok
sık görmeye başladık. Yaratılış özelliğini ve şeklini beğenmeyip estetik
operasyonlarla acayip tip ve karakterler yeni neslin yıkımına neden oluyor.
Kaşını, gözünü, dudak, boyunu ve yaratılış özelliklerini
beğenmeyenler
adeta, “Tanrım beni baştan yarat”
isyanında bulunuyorlar.
Sorun büyük!