Kül rengi bekleyişler
Hava soğuyor…
Sıcaktan bunaldığımız
günler yerini güneşin yüzünü göstermeye nazlandığı mevsimlere bırakıyor.
Çıkmazdan
evvel dışarıya bakıyor, ‘yağmurluk mu alsak?’…
Karar
vermeye çalışıyoruz.
Pencereden yüzümüze
vuran ürpertici serinlik…
Gökyüzünde kendinden
gayrını sevemeyen ressamların sıklıkla kullandığı kül rengi bulutlar.
Yakında
bitmek bilmez yağmurlar, dinmez görünen fırtınalar yerini kar yağışına
bırakacak…
‘Kar en
fazla yoksulun üzerine yağar’ derler.
Zengine
oyundur, spordur kar…
Yaz
tatillerinde kayak yapmak üzere kafileler halinde uzak iklimlere göçenler, memlekete
kış geldiğinde fazla kar toplayan bölgeler, şehirler aramaya koyulurlar.
Gündüz uçsuz
bucaksız beyazın üzerinde kayak yaparak keyiflenir, gece şöminenin başına
toplanarak av maceralarını anlatmaya doyamazlar.
Yoksula
mevsimin ilk soğuğuyla çöker hüzün…
Ruhu
bedeninden evvel üşümeye başlar.
Hüznün
miladı okulların açılma arifesidir belli…
Çocukların okul
ihtiyaçlarını yevmiyeli işler karşılamaz; kirayı, faturaları, mutfak
masraflarına sıra gelmez.
Yoksulun
sürekli iş ümidi zenginin kar tatili bitimine kalmıştır.
Yeni destek
yatırımları projelendirilecek, hayata geçirilmek üzere devlet teşviklerine
başvuru yapılacak.
Devlet destek
talepli yatırımlara evvela alacağı vergileri hesaplayarak olur verecek.
Teşvikli yatırımlar
hazine arazileri üzerinde yükselirken, zengin vergilerden sonra arabasını
değiştirecek, modelini yükseltecek, evini yenileyecek, yazlık arayışına devam
edecektir kış boyu…
Sonra proje
hepimizin beklediği aşamaya gelebilecektir nihayet;
Zira Devlet
desteği istihdam garantilidir…
Kurulacak
fabrika şehrin istihdamına katkı sağlayacak, işsizlerimiz evlerine ekmek götürebilecektir.
Kaldı mı,
istihdama ayrılan bütçede, şehrimizin işsizlerinin, çocuklarının okul
masraflarını karşılamak üzere yevmiyeli işlerle karşılayamadığı kirayı, aylık faturaları,
mutfak masraflarını ödeyebilecek, yoksulumuzu iş sahibi yapacak küçücük parça?
Hepimiz
sorsalar milliyetçi, muhafazakâr, mukaddesatçıyız…
Lakin
ekonomik müesseselerimizi, ticari ilişkilerimizi Marksistlerin, ‘Alt yapı, üst
yapıyı belirler’ diyalektiğinden öteye götüremiyoruz;
Alt yapı; üretim
araçları, üretim güçleri, üretim ilişkileri, üstyapı; din, sanat, felsefe,
bilim, ahlak, kültür…
“Maddi
hayatın üretim tarzı, sosyal, siyasal, entelektüel hayat sürecini
koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam
tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” der Marks.
Oysa tam
tersi olmamalı mıydı?
“Allah,
Âdem'e isimleri öğretti…”
Eşyaya
tasarruf edebilecek üst dil; şeyleri manalandırma imkânı verdi.
Üretim
araçlarını, üst dil, üst mana, üst yapı şuuruyla inşa edebilsin diye…
Bizde
diyalektik, yukarıdan aşağı başlayarak, satıhta tekâmül eder.
Kaldı mı işsize,
yoksula, ihtiyaç sahiplerine, kış mevsiminin hüznünü savuşturabileceği azıcık,
üç beş kuruşluk miktar?
Kalmadı mı?
Öyleyse bekleyişlerimizi
sonraki devlet destekli, teşvikli yatırımlara bırakalım yine biz…
Önünüzdeki
baharlara bakalım yine biz…