Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.98
Gram Altın
2434.69
BIST 100
9805.3
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Kasım 2021

​KUĞUNUN SON ŞARKISI

Yine zevrâk-ı derunum kırılıp kenâre düştü

Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düştü

(Şeyh Gâlib)

Sudan sebeplerle yiter gider hayatımızdan ekmek gibi, su gibi aziz bildiğimiz şeyler. Sen elinden kayıp gittiğinde anlarsın azizliğini her şeyin. İnsan azizdir mesela, bize verilen makam azizdir, evlat azizdir, mal-mülk azizdir. Sonra duygular… Hisler azizdir; aziz olana hasredildiğinde sahibini de aziz eden ve zelil olana verildiğinde sahibini rezil eden hisler. Sonra aşk da azizdir azizim. Lakin âşık, korku ve ümit arasında araftadır. Vahdet denizinde hadisatın yıpratıcı dalgaları ile kesrete doğru sürüklenen aşığın kalbi hüzünlüdür. Gönül ki Allah’ın tecelligâhı ve bâtının idrak edildiği merkezdir. Gönül ki gâh emin bir belde, gâh mühürlenen bir mahzen. Gönül ki bazen ağlayan, kanlı gözyaşı döken bir âşık. Gönül aşk ateşiyle eriyen bir mum ve çerâğ; gözyaşı ise onun yağıdır. Aşkın ve gamın merkezidir gönül. Sevgili, gönül ve aşk ülkesinin sultanıdır. Bundandır ki Yunus, asırlar öncesinden “Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” der.

Divan şiirinin kuğusu Şeyh Gâlib, bir şiirinde gönlün hallerini terennüm eder. “Yine zevrâk-ı derunum kırılıp kenare düştü” Zevrâk-ı derun, gönül kayığı demektir. Şair, soyut bir şey olan gönlü somutlaştırır ve kayığa benzetir. Vahdetten kesrete doğru sürüklenen gönül kayığı, en lüks yaşamlar serilse de önüne huzursuzdur. Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düştü. Şeyh Galib, ikinci mısrada kalbin hassaslığını ve kırılgan yapısını dikkatlerimize sunar. Gönül, şişe gibi zarif olması yönüyle çok hassas ve kırılgan iken, şeffaf ve yansıtıcı olması yönüyle de İlâhi tecellilere ayinedir. İşte bu sıfatlara haiz olan gönül kayığı ait olduğu yerden ayrıldığı için “reh-i sengsâre” taşlık yola, yani dünyevileşmeye doğru sürüklenir ve kırılır. Evet kırılır çünkü ait olduğu yerden uzaklaşmış, iç huzuru yitirmiştir. Onu tanıyan ve ona itaat eden zındanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda dahi olsa zindandadır, bedbahttır, der üstad. Eyvâh! Bedbahtlaştıkça gönül kayığımız rotasını şaşırıverdi. Bedbahtlaştça uygarlık, huzursuzlaşmaya başladı. Hak yolunda selim ve selametle giden gönül kayığımız, rotasını şaşırınca unutuverdi yaratıcısını. Sonra her şey değişiverdi hayatımızda: Kemâlimiz hebâ oldu, ömrümüz hevâ oldu, hayatımız azab oldu. Lezzetler, acılara, aşklar ihanetlere kalboldu. Bu sebeple ızdırap dolu günler geliverdi.

Bu ızdırabı yaşayan âşık bir gece Rabbine bir mektup yazmak ve eline kalemi alıp gecenin bir vakti halini Rabbine arz etmek istedi. Önündeki kağıda “Allah” yazdı ve sonra saatlerce düşündü. Hak’tan uzak kırık dökük hallerini, aksayan ibadetlerini… Kendisini bekleyen kabir alemini, sıratı, haşri, hesap ve mizanı, haşir meydanını… Sonra mektubunu “Allah” yazarak bitiriverdi. Hitaptan öteye geçemedi. Hitap da cevap da hep O’ydu. Anladı ki aşk mektubunda sernâmeden ötesi yoktur. Baş da O’dur; son da O’dur. Lakin hiçbir şey O değildir. Her şey O’ndandır lakin O, hiçbir şeyden değildir. Boynu bükük âşık o gece bu sırra erdi: Hâlâ yaşıyor olmak büyük bir nimetti. Başını göğe kaldırdı, yaşlı gözlerle uzaklara dalıverdi ve gözyaşlarının ıslattığı dudaklarla birşeyler mırıldandı: Ya Rab ibadetlerimi kabul et diyemem ancak müsvedde-i günahım üzerine kalem-i affını çek...

Aşık, günah kelepçeleri ile derdest edilmiş ve dünya hevesatının taşlı yollarında parçalanmış gönül kayığının yeniden inşasına başladı. Anladı ki “Allah bes, bâkî heves.”