Kudüs’ü Unutalı
Kudüs’ten uzaklaşıyoruz. Kudüs’ü unuttuk. Kudüs’ün edebiyatını yapıyoruz, İsrail aleyhine slogan atıyoruz. Kınıyoruz, yetmiyor; şiddetli kınıyoruz, yine yetmiyor. Bu sefer de çok şiddetli kınıyoruz. İlişkilerimizin seviyesini düşürüyoruz. İsrail bayrağı da yak ama yetmiyordu, yetmez… Kudüs, böyle böyle bizden uzaklaştı.
Kudüs, bize küstü mü? Kimin kime ihtiyacı var? Kudüs’ün hazin kaderinin müsebbibi kimdir? Derin tarih bilgilerine bile gerek yok. Osmanlı’nın Orta Doğu coğrafyasından çekilmek zorun kaldığı tarihten itibaren Kudüs’ün kaderini Batı, özellikle de İngilizler belirledi. Şimdi ortada İngilizler yok. İlginç değil mi? Niçin hep ABD’nin sesi çıkıyor da İngilizlerin sesi çıkmıyor? Yahudilere verilen taahhüdü biliyoruz. Şimdi, bu taahhüdün bile ilerisinde kazanım el eden Yahudiler, Filistin coğrafyasının tamamına hâkim olmak üzereler. Tüm bunlar tesadüf mü? Hayır!
Yahudiler büyük sürgünden beridir (Bâbil Sürgünü), millî duygularını dâimâ diri tutmuşlardır. Yahudilik yaşam biçimi hâline gelmiştir. Filistin ile bağlarını hiç koparmamışlardır. Kısa süreli dönüşler olsa da Yahudiler, o büyük sürgünden itibaren büyük bir dayanışma içinde oldular. Tarihî bilgiler ışığında bu coğrafyanın kaderine baktığımızda, Yahudilerin Kudüs’e dair sürekli planları olmuş, Kudüs için çalışmışlar, bir olmuşlardır.
Kudüs, insanlığın ortak dinî ve kültür merkezi olmuştur. Haçlıların da hedefinde Kudüs olmuştur. Haçlılar tarafından kıyıma da uğrayan Yahudiler, bu emellerinden hiç vazgeçmediler. Filistin coğrafyası çok eski uygarlıkların kurulduğu, birçok dinin hak iddia ettiği, ortak kaderin yaşandığı, ortak tarihin vücûda geldiği bir yerdir. Hz. Ömer’den itibaren de Kudüs’teki ortak yaşam sürmüştür. Kudüs’ün fethi, Yahudilerin sonu olmamıştır. Hakkaniyetli bir yönetim vardır. Yahudiler rahat bir dönem geçirmişlerdir. Kudüs’te Müslüman hâkimiyeti olduğu müddetçe burada huzur olmuştur.
Kudüs’ü unutmamak gerekir. Kudüs’ün tarihini, sosyal ve dinî yapısını iyi tahlil etmek gerekir. Kudüs, aşırılıkçı görüşlerle yönetilemez. Kudüs, tarihin her döneminde ele geçirilmek istenen bir yerdir. Haçlılar da Selçuklular da Kudüs’ü hedefliyordu. Anadolu’nun kapılarını açan Sultan Alparslan’ın da hedefinde Kudüs vardı. Kudüs, unutulmaya gelmiyor. Aşk derecesinde ona bağlılık gerekiyor. Sadakati ve aşkı güçlü olanlar Kudüs’e sahip olmuşlardır.
Kudüs’e sahip olabilmek için Selahaddin olmak gerek. Selahaddin Eyyûbî’nin fedakârlığını bilmek gerekir. Selahaddin Eyyûbî şöyle dua etmişti: “Ey Allah’ım! Mübarek Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarıp, şu güzel minberi de Mescid-i Aksâ’daki yerine koymadan, gülmek bana haram olsun!” Bu duadan sonra tam 33 yıl gülmeyen bir komutan vardı. Allah, böyle samimî bir komutana da Kudüs’ü nasip etmişti.
Şimdi, gelelim bugüne. Kudüs’ü kim unuttu, kim ona daha çok özlem duydu? Büyük sürgünden beridir içlerinde Kudüs özlemi olan Yahudiler ile tarihin çeşitli dönemlerinde ona sahip olan Müslümanları kıyaslamak lazım. Bir de Hristiyanlar var, onlar da tüm güçlerini birleştirerek Haçlı ruhunu kurmuşlardı. İlginçtir ki Kudüs herkese bir dönem nasip olmuş, sürekli el değiştirmiştir. Anlayabildiğimiz ve çıkarabildiğimiz sonuç şudur ki Kudüs’ü kim daha çok istiyorsa Kudüs, ona gidiyor. 1917’den itibaren Osmanlı’nın elinden alınan Kudüs’ü, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir dönem unuttu. Belki gücü yetmedi Kudüs’ü istemeye. Arapların İngilizler ile iş birliğini biliyoruz. Ne yazık ki Kudüs, zamanla unutuldu.
İsrail’in kurulma sürecini hatırlayalım. “İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'un Birinci Dünya Savaşı'nın üçüncü yılında Siyonist hareketin önde gelen figürlerinden Rothschild'e hitaben yazdığı ‘Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan vadeden’ mektup, tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçti. Deklarasyon, İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyor.”
Mektubun yazıldığı 2 Kasım 1917 tarihinden bir hafta sonra basınla paylaşılan Balfour Deklarasyonu'na savaş sonunda Osmanlı Devleti'nin imzaladığı Sevr Anlaşması'nda yer verildi. Milletler Cemiyeti'nde 1922 yılında kabul edilen Filistin topraklarındaki İngiliz manda yönetiminin temelini de bu deklarasyon oluşturdu.
Türkiye, İsrail’i resmen tanıyan ilk Müslüman devlet olmuştur. Bu tanıma aynı zamanda Kudüs’ü de Yahudilere teslim etmek anlamına geliyordu. Balfour’un verdiği sözden daha fazlası gerçekleşti. Şimdi de Trump’ın verdiği sözü tartışıyoruz. Bakalım yarın ne olacak? Kudüs’ü kim daha çok istiyorsa ve onun için kim daha çalışıyor ve savaşıyorsa Kudüs ona gidiyor. Slogan atmak, kınamak yetmiyor.