Kudüs'ü nasıl kurtarırız?
Kudüs'ü kurtarmadan önce kendimizi kurtarmalıyız. Kudüs işgal altında. Kudüs işgal altında da biz, işgal altında değil miyiz? Her birimizin kalbini işgal eden ve bizi gaflete düşüren nice yanlışları ne yapacağız? İslam dünyası parçalanmış durumda! Bizler de kendi içimizde paralanmış durumdayız.
İslam dünyasının sağlayamadığı birliği nasıl sağlarız? Parçalanan dünyaların, yok olan hülyaların, gayesiz ve istikametsiz hayatların sahibi bizler mi Kudüs'ü kurtaracağız? Kudüs için bugüne kadar yapılanlar Kudüs'ü kurtarmaya yetmedi. Bundan sonrası için neler yapılmalı? Bu sorunun cevabı tarihte var. Kudüs'ü daha önce fethedenlere bakmak lazımdır.
Kudüs için Hz. Ömer'in adil devlet yönetimine, o dönemin hayatına bakmak lazım. Allah, bir topluma kolay kolay fetih nasip etmez.
Kudüs için Selahaddin olmak gerek. Selahaddin Eyyu00fbbu00ee 'nin neler yaptığını görmek gerek. Selahaddin Eyyu00fbbu00ee şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım! Mübarek Kudüs'ü Haçlı işgalinden kurtarıp, şu güzel minberi de Mescid-i Aksa'daki yerine koymadan, gülmek bana haram olsun!" Bu duadan sonra tam 33 yıl gülmeyen bir komutan vardı. Allah, böyle samimi bir komutana da Kudüs'ü kurtarmayı nasip etmişti.
İslam dünyasının hastalıklarını tedavi etmeden, İslam milletlerini tek bir millet olarak görmeden Kudüs'ü kurtaramayız. Batı'nın hizmetkarı olan, ABD'nin uşaklığını yapan Arap dünyasının Kudüs davası var mıdır, yok mudur anlamak mümkün değil. Dün Osmanlı'ya karşı İngilizlerle iş birliği yapanların torunları Kudüs'ü kurtaramaz! Kudüs konusunda umudumuz Araplar değildir!
Türkiye siyasetinin ve toplumunun her zaman en önemli konusu olan Kudüs, yeterince anlatılamamıştır. Kudüs bir dava olmalıdır. Kudüs, aşk gibi gece gündüz aklımızda, rüyamızda olmalıdır.
Kudüs, ümmetin tek davası olmalıdır. Günlük politikaların, siyasi hesapların ve toplumun gazını alan gösteri, konferans, miting, sms ile yardım toplama gibi geçici adımlar Kudüs'ü kurtaramaz! Türkiye özelinde Kudüs, yıllardır ancak belli bir camia tarafından sahiplenilmiştir. Şu da bir gerçektir ki son zamanlarda daha bilinçli bir topluma dönüştük. Daha duyarlı gayretleri de görüyoruz. Bunlar çeşitli sivil oluşumların gayretleri olarak kalıyor. Devlet olarak atılması gereken adımlar konusunda ya geç kalıyoruz ya da gerekli adımları atmıyoruz, atamıyoruz.
İşgalci devlet bu gücü nereden alıyor? Bizi hesaba katmıyor mu? Anlaşılan bizi hesaba katmıyor. Bizimkisi de hamasetten öteye gitmiyor. Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde daima yumuşak bir politika izlemiştir. Tabii ki ekonomik gücümüz oranında sesimiz çıktı. Demek ki her şeyden önce güçlü olmak lazım. Güçlü olmak için çok çalışmak lazım. Neler yapabiliriz?
Gece gündüz çalışalım, üretelim. İthalatımızı azaltalım. Üretmeden olmaz! Tatilleri kaldıralım. Hizmet sektöründen çok sanayide yatırımlar yapılmalı. Madenlerimizi kendimiz işleyelim. Uluslararası sermeye yerine, yerli sermayeye fırsat verelim. Milli bir ekonomiyi geliştirmeliyiz.
Türkiye, var olan kapasitesini kullanmalıdır. Çiftçisinden mühendisine; memurundan siyasetçisine herkesin derdi bir olmalıdır. İşgalci İsrail'in kendi toplumu içinde sağladığı birliği biz neden sağlayamayız? Onlar, küçük bir coğrafyada dünyaya kafa tutabiliyorlarsa, bizim oturum çok düşünmemiz gerek.
Kudüs davası ümmetin davası haline gelmelidir. Toplumumuzda siyasetin yer yer hatırladığı Kudüs bir dava olamamıştır. Türkiye'de Kudüs konusunda yapılanlar sivil toplum örgütlerinin eyleminden öteye geçmiyor. Devletler nezdinde BM'de alınan ve Filistin lehine olan kararları İsrail hiçbir zaman saymadı. Biz yine de İsrail ile iş birliğine, ticarete devam ettik. İsrail bu zulümleri yeni yapmıyor. 1948'den beri zulüm devam ediyor. Biz de 1948'den beri sürekli kınıyoruz. Umarız kınamanın ötesine geçeriz.
Ramazanın hürmetine kalplerimiz bir olsun, aynı şuurla hareket etmeyi Allah nasip etsin. Kudüs'ün bize ihtiyacı yok, bizim Kudüs'e ihtiyacımız var. Vesselam!