Kudüs ve işgalin mimarisi
Dünyada bazı şehirler diğerlerine göre çok farklı bir kadere sahiptir. Her şehrin bir kaderi bir hikâyesi vardır ama tüm kaderlerin ve hikâyelerin birleştiği tek şehir vardır o da Kudüs’tür. Öyle bir şehir ki tüm dünyanın kaderi sanki orada yazılmış ve yayılmış, tüm ilahi dinlerin izleri orada hayat bulmuştur. Vazgeçilemez ve yerine başkası konulamaz olan bu kadim şehir, kıyamete kadar var olacak kaderinin izohipslerini bir bir yaşamaktadır. Kudüs’te kimin daha çok yaşama hakkı var ya da Kudüs en çok kimin hakkı diye bir soru sorduğumuzda işte bu kaderin halkalarının her birinden ayrı bir ses çıkmaktadır. Seslerin birleştiği tek nokta ise Kudüs şehrine olan sevgidir.
Kudüs’ün
tarihi kendisine sahip olmak isteyenlerin mücadelesi ile doludur ve günümüzde
de bu durum devam etmektedir. Kuruluşu M.Ö
altı binyıla kadar giden Kudüs’ün yer aldığı bölge, Filistin diyarı olarak anılıp,
bir tepe üzerine kurulan mabet (Mescid’i Aksa) tepesi ise Kudüs’ün en önemli mekânı
olmuştur. Kudüs, üç ilahi dinin kutsal
kabul ettiği bir yer olsa da bugün burada en acımasız ve adaletsiz bir şekilde 1948
yılında illegal olarak kurulan korsan devlet İsrail’in işgali altındadır. İsrail
hükümeti “3 bin yıldır buradaydık (Kudüs’ü kastediyor) bugün geri geldik”
diyerek devlet kurma hayallerinin miladını açıklamak ihtiyacı duymuştur. Peki,
1948’e kadar bölgede egemen olmayan ve oradan oraya sürülen Yahudi
diasporasının bu hayali nasıl doğdu, nasıl gerçekleşti. Gerçekten 3 bin yıl
bunun hayalini mi kurdular, işgal planı için neler yaptılar, dünyanın her
yanına dağılmış olan tüm Yahudi diasporası bu fikrin etrafında nasıl toplanıp
bugünkü katliam denilebilecek olayları gerçekleştiriyor. 20 y.y’da ortaçağ usullerini
anımsatan ve tüm insan haklarını çiğneyen, hiçbir kuralı tanımayarak kurulan
İsrail İşgal Devleti ne kadar legaldir? Soruları çoğaltmak mümkün ama kısaca tarihsel
süreç incelendiğinde Kudüs ne kadar Yahudi’dir sorusunu cevaplamak mümkündür.
Kudüs,
MS. 638 yılına kadar Romalılar tarafından iki defa yakılıp yıkılan ki buna Hz.
Süleyman’ın yaptığı mabet de dâhildir, çeşitli devletler tarafından 23 kere
işgal edilen, 52 defa saldırıya
uğrayıp ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarılmıştır. Bu süre zarfında
hiçbir devlet kurmamış olan Yahudilerin çoğu, Romalılar tarafından Kuzey
Afrika’ya, kuzey Avrupa’ya, İspanya’ya, Rusya’ya sürülmüştür. Bölgede çok az
Yahudi’nin kalmasına izin verilmiştir.
Kudüs
620 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslılardan elinden alınarak üç dinin barış
içinde yaşadığı bir Müslüman bölge durumuna getirilmiştir. Öyle ki eski şehrin
etrafını saran çöp dağları temizlenmiş, Bizans yönetimi altında baskı altında
çok zor yıllar yaşayan Yahudiler bile bu temizliğe yardım etmiştir. Daha sonra
yapılan Haçlı saldırıları sonunda ise Kudüs işgal edilip Yahudi ve Müslüman
nüfus katliama uğramıştır. Salahattin Eyyubi şehri 1187’de fethederek bölgeye
tekrar Yahudi nüfusun girmesine izin vermiş, Hristiyan tebaanın mabetlerini de
koruma altına almıştır. 1517’de Osmanlı Kanuni döneminde bir Osmanlı kenti olan
Kudüs altın çağını yaşayarak büyük onarımdan geçmiş, suyolları yapılmış, şehir ihya
edilmiştir. Şehirde bulunan tüm inançlar ise barış ve huzur içinde yaşamıştır.
Osmanlı’nın
yıkılışı ve ardından İngiltere’nin manda yönetimine giren Kudüs, 2. Dünya
Savaşı’nda katliam gören Yahudilerin devlet kurması için, “Siyonizm” adı
verilen ırkçılığa dayalı faşizm ideoloji çatısı altında toplanmasına karar
verilen bir anavatan konumuna getirilmiştir. Kudüs’e sinsi bir plan dâhilinde
getirilen Yahudi savaş mağdurları şehirde bulunan Filistinlilerce hiçbir karşı tepki
görmediği gibi ev sahipliği yapılarak yaraları sarılmıştır. Fakat sinsi
planlarını sonraya saklayan faşist Siyonist Yahudiler ise önce İngilizlerin
kendilerine bıraktığı silahların yardımı ile silahsız ve sivil olan
Filistinlerin evlerini işgal ederek daha önce beraber yan yana yaşadığı Müslümanları
ya sürgün etmiş ya da öldürerek katletmiştir. Şehirde bulunan Hristiyan nüfusun
çoğu ise göçe zorlanmıştır.
1948’de
İsrail Devletinin kuruluşunu ilan eden Siyonist yönetim, İngilizlerin atadığı
bir İngiliz olan belediye başkanı tarafından imar faaliyetlerine başlayarak
İşgalin Mimari’sini başlatmıştır. Bu beklenmeyen saldırı karşısında neye
uğradığını şaşıran Filistinlilerden bazıları göçe zorlanmış, bir kısmı göç
etmiş, ama çoğu yerinde kalarak bugüne kadar devam eden Mülteci Kamplarında
sürgün hayatına mecbur bırakılmıştır. Söylenildiğinin aksine Filistinliler
topraklarını satmamış –iki veya en fazla üç tanedir- aksine öz vatanında sürgün
hayatına katlanmaya devam etmiştir. Bu süreç zarfında sinsi bir şekilde
ilerleyen şehircilik faaliyetleri, Kudüs ve çevresinin Yahudi yerleşim
mahalleri olarak değişmesine sebep olmuştur.
Kudüs’ün
işgal planı “mimari-politika-planlama” üçgeninde adım adım ilerleyen ve on
yıllara dayanan bir süreç içerir. İsrailli bir mimar olan Eyal Waizman bu işgal
sürecini Siyonist hükümetin nasıl planladığını yazdığı “Oyuk Topraklar”
kitabında gözler önüne sermiştir. Bir ülkeyi işgal etmek yalnızca toprağına el
koymakla eş değer bir kavram değildir. İsrail işgal hükümeti kuruluşundan
itibaren durmadan genişleyen, sınır tanımayan geçirgen bir niteliğe sahip olmuş
olup hiçbir zaman belirlenen sınırlar içinde kalmayacağını deklare etmiştir.
İsrail
İşgal Devleti kurulduğu günden itibaren dünyanın dört bir tarafından getirtilen
Yahudileri, Kudüs’e ve etrafına yerleştirilerek bir yerleşimci mekanizması
oluşturmuştur. Egemen mimarlık ve planlama araçlarını kullanarak sanal
denilebilecek kadar esnek ve aynı zamanda ileri aşamada ise kalıcı olabilen
“Mekân Üretimi”, İsrail’in kurduğu
mimar-plancı ordusunun prensibi haline gelmiştir. Bu mekanizma içinde mimarlar
başrolde olup, İsrail’in sürekli genişleyen ve aynı zamanda savunma mekanizması
yüksek şehirler tasarladılar. Her tasarımın bir senaryosu vardır. Bu senaryolar,
hükümet yetkililerin işgal politikası dâhilinde sürekli yenilenen haritalarla
kâğıt üzerinde sabitlenip, daha sonra mimarların en üst seviyede
tarım-eğitim-savunma-teknik donanım-alt yapı vs. gibi argümanları göz önüne
alarak tasarladığı profesyonel mimarlık projeleri ile hayat bulan yerleşim
alanlarına dönüşmüştür.
Yahudi
mimarlar dünyanın en iyi mimarlık okullarının bulunduğu İngiltere’de eğitim
görerek İsrail’e dönüyor ve öğrendikleri en kullanışlı işgal tasarımlarını
burada uygulamaya başlıyorlardı. Bu durum halen devam etmektedir. Dünyanın en
ünlü ve yaşayan mimarlardan biri olan ve gerçek adı Ephraim Goldberg olan Frank Gehry, çok
meşhur başarılı mimar Louis Khan bile bu mimarlar grubunun içindedir maalesef.
İşgalin sürmesini, dallanıp budaklanmasını ve işgal
politikası ile uyum içerisinde kalmasını sağlamada oldukça başarılı olan bu
mimarlar işgalin en büyük suç ortakları olmuştur. Bu mimarlar grubunun en
önemli amacı; işgal altındaki toprakların nasıl dizayn edileceği, nasıl
anlaşılması ve organize edilmesi gerektiği, işletilmesi ve
sürdürülebilirliğinin sağlanması olmuştur. Dolayısı ile bu mimarları, asker,
militan, politikacı, politik aktivistler olarak tanımlamak son derece yerinde
bir karardır.
Yapılan her mimari tasarım askeri bir durumun
tezahürü neticesinde hayat bulmuştur. Örneğin bir yol inşa
edileceği zaman o yol belli güzergâhlardan geçirildikten sonra (bu güzergâhlar
Filistinlilerin ikamet ettiği alana en yakın olan tepelerin üzeri olur genelde)
otobanlar inşa edilerek süreç başlatılır. Yolların etrafına serpiştirilen “yol
bakım üniteleri” adı altında oluşturulan noktasal yerleşim alanları önce tek
bir ev-karavan-çadır vs. ile belirlenip işaretlenir. Bu duruma günümüzde
telefon şebeke hat güzergâhları da eklenerek noktasal büyümenin çapı
genişletilmiştir. Daha sonra mevcut yol bakım ünitesinin güvenliği bahane
edilerek noktasal alanlara bir asker konularak ki bu bazen sivil halktan olan
faşist ırkçı aşırı radikal silahlı bir Yahudi de olabilir, yerleşimin tohumu
atılır. Elektrik-su-kanlizasyon vb. gibi alt yapıda tamamlanarak noktasal
yerler genişlemeye açık hale getirilip diğer Yahudi yerleşimcilerin kalıcı
olarak orada ikamet edilmesi için gerekli donanım sağlanır. Bu aşamadan sonra
mimarlar devreye girerek gerektiğinde daha da büyümeye açık olan konut
tasarımları yaparak mahalleler oluşturur. Bu mahalleler Yahudi Yerleşimcilerin
en iyi şartlarda ikamet edebileceği üstün mimari ve teknik özelliklere sahip
evlerden oluşan korunaklı siteler haline dönüşür. Çölü bile yeşillendirerek
tarıma elverişli hale getiren bu sistem aksamadan devam etmektedir.
İşte
İsrail’in İşgal Mimarisinden sadece bir örnek olan bu planlama tüm çatışmalara,
karmaşaya rağmen açık ve basit bir süreçtir. İsrail işgal hükümeti ise bu
durumu her işgalci hükümetin söylemi gibi “biz çöle medeniyet getiriyoruz”
şeklinde açıklamıştır. Kendi halkına ise yapılan işlemleri “Büyük İsrail Devleti” planı olarak pazarlayan Siyonist hükümet
arkasına dini motifleri kalkan yapmıştır. Aslında Yahudi dini ile alakası
olmayan ama Yahudiliği ulusal çıkarları için sömürü aracı olarak kullanan
Siyonist hükümet ikili oynayarak, Kudüs’ü ve diğer Filistin bölgelerinin işgal
planlarını uygulamaya devam ediyor. Bir yandan Yahudi dinine hizmet ediyor gibi
gösterip radikal Yahudilerin sempatisini toplarken, kendi içinde bulunan daha
ılımlı entelektüel barış yanlısı olan Yahudilere ve dünya kamu oyununa ise medeniyet
inşası! gibi göstermek de bu işgalin en
önemli propagandası.