Kudüs Kalbimizdir
Kalbimiz uzun süredir yaralı. Filistin coğrafyasında dinmeyen acılar, gözyaşları artarak devam ediyor. İşgal altındaki Filistin'de çocuk,kadın, masum demeden dünyanın gözü önünde süren bir zulüm var. Zalimlerin sessizliği ve masumların çığlığı aynı anda. En güçlü ses Türkiye'den çıkıyor ve soruyoruz "Bu İsrail neresidir?"
Osmanlı'nın çekilmek zorunda kaldığı yıllardan itibaren Filistin ağlıyor. Bu coğrafya üzerinde özellikle İngiliz devletinin çok senaryosu oldu. İngilizler bize komşudur, demiştim daha önceki bir yazımda. İsrail'in kuruluş senaryosu İngilizler eliyle yazılmıştı.
1. Dünya Savaşı sonrasında gücü zayıflayan Osmanlı'nın aleyhindeki güçlerle birleşen Arap şeyhlerinin ihanetinin sonucunda, Fahrettin Paşa'nın kanının son damlasına kadar savaştığı kutsal beldelerden gözyaşları içinde çekildiği biliyoruz. Tarihin bu cilvesini, özellikle Şerîf Hüseyin ve oğullarının ihanetini unutmadık. Ancak yeri gelmişken şunu da söylemek gerekir: Şerîf Hüseyin'in Osmanlı'ya ihanetini tüm Araplara mal etmek de doğru değildir. Osmanlı'nın yanında yer alan Araplar daha fazlaydı. İsrail'in adım adım kuruluş sürecini izlediğimizde Arap dünyasının bu süreçte iyi bir sınav vermediğini söylemek gerekir. Hatta Arapların kendi içindeki parçalanmışlığı, hırsları, bağnazlıkları, ırkçılıkları, mezhep kavgaları İsrail'in kurulmasını kolaylaştırmıştır. Bir de Osmanlı'nın gücünün zayıflamasıyla ve bölgeden çekilmek zorunda kalmasıyla başlayan süreçte İngiliz ve Fransız oyunlarına alet olan Araplar, İslam dünyasının bugünkü hâlinin baş sorumlusudur.
1948 öncesinde Filistin'deki Yahudi yerleşim yerlerini hepimiz çok iyi biliyoruz. Kudüs sürekli tehdit altındaydı. Bugüne değin gelinen süreçte Kudüs'ün yönetimi devamlı tartışma konusu idi. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için merkez olan Kudüs, bugün işgalcilerin esareti altındadır. İslam dünyasında Türkiye dışında Kudüs'ü uluslararası siyasette cesaretle gündeme getiren ikinci bir ülke yok gibidir. Kudüs bizim kalbimizdir. Kudüs'te İsrail'in uyguladığı yok etme politikası, binlerce Filistinliyi yurdundan etmiştir. Dünyanın neresinde bir Yahudi varsa, İsrail tarafından davet edilmekte ve onlara konutlar yapılmaktadır. Yeni yerleşim yerleri açarak, Müslümanları yerinden eden terörist İsrail, dünyanın gözünün önünde savunmasız insanları katletmektedir. Dünya sağır, Kudüs'ün çektiği kahır...
"Ağladım tükeninceye kadar gözyaşlarım
Namaz kıldım sönünceye dek kandiller
Usanıncaya kadar rüku ettim
Muhammed'i sordum sende kaybolan
Ey Kudüs, ey nebilerin çıktığı şehir"
Nizar Kabbani'nin dilinde esir Filistin böyle terennüm ediyordu. Yıllardır dilimizde sloganlaşan acılar, şiirin konusu olmuştur. Kudüs'ün esareti, çığlığı, hazin hâli ancak dar bir edebî camiada karşılık bulabilmiştir. Türkiye'de 60'lı yılların sonunda şiirimizde Kudüs işlenmeye başlanmıştır. N.Fazıl ve Sezai Karakoç ile başlayan Kudüs hassasiyeti Edebiyat dergisinde Nuri Pakdil için tam bir dava olmuştur. Türkiye'de Kudüs hassasiyeti, İslamî hareketi benimseyip o çizgide yürüyen siyasî ve edebî cemiyetlerde sürdü.
Yahudiler, 14 Mayıs 1948 gece yarısı İsrail devletini ilan etti. 11 dakika sonra ABD, İsrail‘i tanıdı. Türkiye Cumhuriyeti ise 11 saat sonra İsrail‘i tanıyan ikinci devlet oldu. Türkiye'de İsrail karşıtı siyaset, edebiyat ve politika yürütmek çok zordu. Bugün ise bambaşka bir durum vardır. BM Genel Kurulu'nda, Filistin'in haklarını, Kudüs'ün işgalini haykıran bir Türkiye vardır. İslam dünyasının nefesi daralmıştır çünkü Kudüs özgür değildir.Özgürlük Kudüs ile başlar. Kabbani'nin şiiriyle seslenelim kalbimize.
"Ey Kudüs, ey Kudüs ve ey şehir! / Ey Kudüs, ey benim şehrim, ey Kudüs, ey sevgilim / Yarın, yarın çiçek açacak limon /Sevinecek yeşil sümbüller ve zeytin / ve gülecek gözler, geri dönecek göçmen güvercinler / Tertemiz yuvasına ve geri dönecek çocuklar oynamaya / Buluşacak babalarla oğullar Güller açan bahçene… / Ey memleketim, ey barış ve bereket şehri"