Kudüs bir başlangıçtır
Kadir Gecesi Kudüs’te yaşanan İSRAİL TERÖRÜ, dünya gündemine oturdu. Çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden, masum insanların şehid edilmesi ve yüzlercesinin de yaralanmasıyla hüzne büründük biranda. Dünya kamuoyu ise bir hayli suskun… Hatta “Türkiye dışında, güçlü bir ses çıkaran dahi yok” dersek, yeridir ne yazık ki. Çoğu ülke “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden kınamalarla, durumu kotarma peşine maalesef. Üstelik ekranlarda, İsrail’i mazur gösteren mavracılar da cabası… Uluslararası yapıları sorarsanız, 4-5 gün sonra bir şeyler söyleme zahmetinde bulunabildiler ancak. Hoş! İsrail’in umurunda mı sanki…! Peki, ne olmuştu da İsrail, bu zalimliğe başvurmuştu seneler sonra? Bir siyasi ikbal hesabının etkisi miydi bu trajedi yahut daha da ötesinde, büyük bir planın parçası mı? İsterseniz gelin, bu sis perdesini birlikte aralayalım…
Evvela belirtmeliyiz ki yukarıdaki sorulara cevap ararken, bir hususun hemen dikkatimizi çektiği muhakkaktır. Çünkü İsrail’in Lapit ve Yeni Sağ Partilerinin koalisyon için anlaştığı ve bakanlıkların paylaşımı aşamasına gelmelerinden BİR GÜN SONRA, saldırıların başlaması oldukça gariptir. Elbette buradan iktidarı riske giren Netanyahu’nun, koltuğu kaybetmemek adına herkesi ateşe attığı gibi bir sonucu çıkarmak çokta yanlış sayılmaz. Nitekim bu durumun İsrail toplumunda karşılığının olması da, uygun bir zemin oluşturmakta… Fakat zikredilen çıkarımın doğruluğunu her ne kadar göz ardı etmesem de, İsrail’in takındığı bu fütursuzluğun, daha BÜYÜK BİR PLANIN YANSIMASI olduğunu ifade etmekte yarar var. Öyle ki İsrail’li Arkam Zubi’nin “Tevrat’ta İsrail’in petrol, su ve kutsal topraklara sahip olması öğütlenmekte” ifadeleri, sanırım fazla söze hacet bırakmıyor. Zira stratejistlere göre; İsrail’in 2025’de hem içme suyu, hem de güçlü sanayisinde yaşanacak bir su kıtlığının, tehlikeli boyutlara ulaşacağı araştırmalarla sabit. O nedenle İsrail’in; Şeria nehrinin başlangıç yeri Golan Tepelerine ve bölgenin en değerli yeraltı su kaynaklarının olduğu, Batı Şeria ile Gazze’ye çökmek istemesini bu açıdan irdelemek önemli. İsrail’in Akdeniz’deki rolü ve bazı ülkelerle imzaladığı MEB anlaşmalarının ise aynı fikriyatın, enerji ayağını temellendirdiği şüphesiz…
Bu anlamda incelediğimizde, geriye SİYONİST ideolojinin “VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR” bölümü kalıyor malumunuz üzere. Sakın bu katliamın, “Vaat edilmiş topraklarla ne ilişkisi var demeyin… Kaldı ki Kudüs’ü Müslümanlardan tecrit etme, demografik yapıyı bozma, bölgedeki Arapları Sina’ya gönderme, Türkmenleri Torosların kuzeyine sürme ve K.Irak ile K.Suriye hattını PYD’ye bırakma çalışmaları bu demek değil mi zaten? Hadi onu geçtik. Çizilen bu güzergâhta PKK/YPG, DAEŞ, büyük güçler ve paralı askerler fink atarken, TEK BİR TAŞIN SEKİP İSRAİL’E SIÇRAMAMASINI nasıl yorumlamalı peki? Komik olmayın! Her şey ayan beyan ortada… Yoksa Sn. Erdoğan’ın kınama twetine, Netanyahu’nun oğlu tarafından “Kürdistan bayrağıyla” cevap verilmesi başka nasıl açıklanabilir ki?
Anlayacağınız meselenin, MEZOPOTAMYA meselesi olduğu nettir. İsrail barbarlığının, Türkiye’nin her yönden sıkıştırıldığı; Lübnan’ın can çekiştirildiği; Irak’ın karıştığı; Körfez ülkelerinin sindirildiği; İran’ın ABD ile “İsrail’e ses çıkarmaması” şartıyla anlaştırıldığı; Mısır’ın Kızıl Denizde, alternatif bir kanal açma tehdidiyle susturulduğu ve Filistinli Müslümanların ayrıştığı bir konjonktürde yaşanması ise zamanlaması bakımından manidardır. Yani yaşanan katliamı Netanyahu’nun iktidar sevdasına bağlamak, sadece basitleştirmek olacaktır. O yüzden Türkiye’nin gerek K.Irak’da gerekse K. Suriye’de sahaya inmesi ve Akdeniz’de bir oldu-bittiye mahal vermemek için bayrak göstermesi, OYUNU BAŞINDAN BERİ GÖRMESİNİN BİR TEZAHÜRÜDÜR. Tıpkı diplomasi ayağıyla dünyanın dikkatini buraya çekerek, Mısır, Suud, Katar, Irak başta olmak üzere, bölge ülkeleriyle ortak bir duruş sergileme gayreti sarf etmesi gibi… Tabi bunun yanı sıra Filistin için asker göndermek dâhil, her çeşit olasılığı muhataplarına sunmayı da ihmal etmemiştir. Türkiye’nin bu mücadelesini, bölge ülkelerine bir nebze cesaret vermek ve “KENDİ GÖBEĞİMİZİ KENDİMİZİN KESMESİ DIŞINDA, BİR SEÇENEĞİN OLMADIĞINI” haykırmak olarak değerlendirmelidir. Fakat şu kadarını bilin ki Türkiye’nin, yaptıkları/yapacakları yalnız bu kadarla sınırlı değildir. Bu sebeple son dönem terörle, darbeyle, ekonomik baskıyla, dışarıdan çevrelemeyle, içeriden kuşatmayla ve algı operasyonlarıyla yüzleştiğimiz tartışılmaz. Hâsılı Kudüs, sadece Kudüs’ten ibaret görülemez… BU BİR BAŞLANGIÇTIR… “Ne işimiz var” diyenlere duyurulur…