Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2964.17
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Temmuz 2019

Küçük Mutluluklar

Küçük mutluluklar besliyor hayatı; gelecekten gelen, geçmişe yürümeyen, ansızın görünen, sonra birden kaybolan… Görünür, kaybolur bir ışık insan… Dokunur, aydınlatır, surat asar, tebessüm eder; sonra yok… Her ölüm, biraz da sessizliktir. Gelmiş, bir köşe bulmuş, nefes alıp vermiş, bırakıp gitmişizdir. Tek kişilik bir yolculuk bizimkisi, ormanın ortasında, tenha... Bütün iç dünyalar yalnız değil mi aslında? Sesin, derisinin altına nüfuz ettiği kaç kişi var şunun şurasında? Milyonların yaşadığı şehirlerde, bir bankın üzerine oturmuş, kim bilir gözleri nereye dalmış bir adam yalnızlığı değil mi hepimizinki?.. Evrenin sessizliğini kim bozabilir ki? Hangi ses, sükutun göz kapaklarını açabilir, öldükten sonra da? Geriye küçük mutluluklar kalıyor, kala kala…

Evren, iğne ucu büyüklüğündeki bir yoğunluğun patlamasıyla oluştuğundan bütün büyük şeyler, küçük olanların türevinden başka ne ki? Ama bu, sembolik olarak, yaratılmış her şeyin Yaratıcı karşısındaki acziyet vurgusudur. Olgunlaşmanın küçükten büyüğe yönelik oluşu da uzağa düşmüş olanın yakınlaşma çabasından başka bir şey değil. Aslolan küçüktür, büyük sonradan gelir. Öz küçüğe dairdir, büyük biçime... Bütün insanlar tek bir insanın türevidir. Bütün vakitler sabahın genişlemesinden ibaret. Evrenin patlamasından nasıl ki gezegenler, gök taşları, yıldızlar ve boşluk oluştuysa sabahın patlamasından da öğle, ikindi, akşam ve gece çıkmıştır. Işık güneşin, okyanus damlanın eseridir. Başlangıç küçüktür ve bütün sonuçların varlık sebebini oluşturur. Küçük yoksa büyük de yoktur. Gözbebeği gözden, tohum ağaçtan küçüktür. Küçük mutlulukları göremeyenler büyük mutluluktan nasıl bahsetsin ki?..

Gün boyu yaşadıklarımız, ömrümüzden bir parçadır aslında. Sevinç de uğrar bize, keder de. Durur, hareket ederiz. Düşünür, dalarız… Acıkır, karnımızı doyururuz. Yalnız kalır, kalabalığa açılırız. Konuşur, susarız. Bir şeyler üretir, tüketiriz de. Sabahı gençlik, öğlesi olgunluk, ikindisi yaşlılık, akşamı vazgeçiş olan sayısız günler tek bir günde somutlaşır böylece. Dikkatle bakıldığında bir günün bir ömürden, bir ömrün bütün ömürlerden ne farkı vardır? Dikkatle bakıldığında bir insanı ötekinden ayıran çizgi neresidir? Hepimiz gökyüzünden bir parça, hepimizin içinde güneşten bir şua, hepimizde kederin izi, hepimizin duvarını zaman dalgaları dövüp durmakta… Kurtuluş, küçük mutluluklarda…

Bir çizgi var elbet, küçük bir çizgi, dikkatle bakılınca birimizi ötekinden ayıran. Serinlik ile üşüme arasında, sıcak ile kavruluş, esinti ile kasırga, dalga ile tsunami, hışırtı ile patlama… Bir çizgi, küçük ile büyük arasında… Büyükleri verelim isteyenlere, küçükler bizim olsun olmaz mı? Biz insanız; devler, ikincileri alsın olmaz mı? Tarlalar, bağlar bahçeler, bütün büyük şeyler onların olsun. Nefesimizle ısıttığımız tek bir ocak yetmez mi bize? Büyük evler, konaklar, villalar onların olsun, neyimize şifa değil tek başına bir oda?.. Üç beş ahbap yetmez mi, ne zaman hatırlasak tebessüm ettiren; binlerce ismin batıp çıktığı asık suratlı cep telefonlarında boğulmak yerine…

İyiler açık gökler ama fena olmaz biraz bulut da… Kötüler kapalı gök, her an bir mavilik gelip konabilir oraya da. Açık gök kapanabilir her an, değerini bil. Bulut güzeldir yağmur yağdırmasa da. Ağaç diktik, meyvesi yok ama duruşuna bir baksana… Fiyakalıdır kaktüs çiçeği bile çölün tam ortasında… Uzay mekiğinde okyanusu seyreden kozmonottan daha mutlu değil midir yağmur birikintisini göl sanan çocuk?.. Köyünü Paris zanneden adamın içi daha kalabalık değil mi Paris’i omuzları üstünde taşıyandan?.. Sığınmak elbette güzeldir kendi kalbinin duvarları arasına. Yetinmek elbette güzeldir, gözlerinin gördüğü, kulaklarının duyduğu, ellerinin dokunduğu, düşlerinin gittiği yerle. En büyük zenginliktir yetinme -ki dünyayı getirip zihninin birkaç kıvrımına koyuverir. En büyük yoksulluktur hırs -ki dünyayı omuzlarına bindirir. Büyük düşlerin küçük prensi olmak yeğ değil mi, büyük prensin küçük düşçüsü olmaktan?..

Kocaman şeylerin bile tatmin edemedikleriyle küçücük şeylerin mutlu edebildikleri arasındaki o kalın duvar hiç yıkılmayacak... Güzele kanan, iyiye kanan, doğruya, doğruluğa ve nereye giderlerse gitsinler mutluluklarını yanlarına alan ile ileri, daha ileri diyenler arasındaki... Ki bilir onlar bir yerde durmak gerektiğini. Bilirler, kocaman bir evren düşünülünce dünya ne ki? Yetinmeyi bilmeli. Bilirler onlar dünyanın bütün ağaçları, kuşları, dağları, ovaları düşünülünce üç beş yüz metrekarelik mülkiyetin hesabı mı yapılır? Bilirler, elbette bilirler, mazi ile ati arasına gerilmiş o devasa ip için incecik bir tutamaktır durdukları yer. Bilirler, sonsuzluğun yanında bir ömür denizde damla…

Beklerler küçük şeyler gelip bulsun diye onları. Küçük hediyeleri hayatın… Susadılar, bir bardak su kandırır onları. Acıktılar, sıcak bir ekmekten daha değerlisi var mı? Yalnızlık çekiyorlar, konuşurlar buldukları ilk kitabın ilk cümlelerinden itibaren. Velev ki bitmesin kitap. Yürümek istiyorlar, her yer yol, her sokak patika, bir yere vardırmasa da. Kazandıkları yeter onlara, tüketmeseler de olur. Konuştuğu insanlar yalnızlığını giderir onların, sustukları yüreklerini okşamaya kafidir. Onlar mutluluğun kefilidir.

Dünyayı bile sevince boğar küçük şeylerden keyif alanlar. İçtikleri tarafından içilir, yedikleri tarafından yenir, baktıkları tarafından bakılır, sevdikleri tarafından sevilirler. Baktığı manzaranın yüzlerini okşadığı ne kadar az insan var öyle? Ne kadar az insan var, okuduğu kitabın satırlarından akan ırmaklarda yıkanan? Ve ne kadar az, ne kadar az insan var, küçük sevinçlere adanmış, kederin yol bulup ulaşamadığı… Seli engelleyen çimenleri kim sevmez? Dünya nasıl da el çırpar onların varlığından! İyi ki geldiler, Tanrım, teşekkürler. Yoksa kim üzerindeki tozu alacak yaprakların, yoksa kim ayaklarını kıracak içimizde öğürüp duran hırs canavarlarının? Yoksa kim sevecek kıyıda köşede kalmış, sanki öylesine geldikleri gibi gidecek mahzun nesneleri? Bir karınca örneğin, bir çekirge, bir tutam ot, bir saniyelik gülüş, bir anlık esinti kim tarafından sevilecek, ah, o küçük mutluluk yolcuları olmasa? Şımartılmayı bekleyen o kadar şey var ki şu hayatta… Ve onlar, o küçük mutluluk yolcuları, o yürekleri ansızın yumuşak, gözleri ansızın berrak, sesleri ansızın ipek, bakışları ansızın aydınlık insanlar alırlar dünyanın yükünü…

Hayat sadece büyük adamlara, büyük düşüncelere, büyük olaylara kalsa dağların, denizlerin, okyanusların, okaliptüslerin, gürgenlerin dışında ne kalırdı ki geriye? Oysa tepeler daha güzeldir doğru bakılınca, küçük göller, dere kenarları, çalılar da… Yıldızların pek çoğundan daha küçük dünya... Yürek bedenin kaçta kaçı ki? Parmakların en güzelidir serçe parmağı… Pelit yaprakları, akasya salkımları, taflanlar, kelebekler, ateş böcekleri, sığırcıklar, hele çocuklar, hele çocuklar… Bütün mutluluklar oradalar.

Bir kuşkanadının mutlu edemediğini kim mutlu edebilir ki? Çiçeğin mutlu edemediğine çınar ağacı ne yapsın? Sıhhatin tebessüm ettiremediği bir yüze hayat ne desin? Keşke unuttuğumuz tebessümlerimize üzülebilsek bankalarda unuttuğumuz çekler kadar. Hayatın küçük mutluluklarımızı almasına neden izin veriyoruz ki? Küçük mutluluklarımızı almasına hayatın, hayatımızı aslında?..