Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.31
Gram Altın
2913.72
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Ekim 2021

Küçük, Çok Küçük, Mini Minnacık Esnaf!

İlk gençlik yıllarımdan ilginç bir olay.

Bence ilginç,

bakalım sizce de öyle mi?

Efendim…

Yaş 20 mi, ne…

Mesleği kebapçılık olan arkadaşımla dolaşırken köşe başındaki lokantadan gelen gürültüleri duyduk.

Bağırış, çağırış, kırılan tabakların çılgın sesleri…

İçerisi müşteri doluydu, ortalık ana baba günüydü.

Huyum kurusun;

nerede bir olay varsa göbeğine kadar girmezsem, başımı belâya sokmazsam olmaz!..

Kendimi içeride, birbirlerine yumruk sallayanların, tabak fırlatanların arasında buldum!..

“Beyler, sakin olun!” filan..

Araya müşteriler ve çalışanlar da girince kavga aralandı.

Ortalık sakinleşti.

Kavga edenlerden biri, etraftakilere “Kusura bakmayın, böyle olmasını istemezdik!” yollu bir şeyler söyledi.

Müşteriler dağıldı, içeride çalışanlarla kavga edenler kaldı.

Bir de biz!..

Öğrendik ki, kavga edenler lokantanın sahipleriymiş, öz be öz kardeşlermiş aynı zamanda!..

Bizim kebapçı arkadaş, “Kardeş olacaksınız bir de, nedir aranızdaki sıkıntı?” diye sordu.

Dördü bir araya gelip, bir yanında lahmacun fırını, bir yanında yemek ve döner tezgâhlârı olan bu dükkânı devralmışlar.

Çalıştırmaya başlamışlar.

Müşteri sıkıntısı çekmiyorlarmış, dükkân iyi iş yapıyormuş ama aralarında anlaşmazlık çıkmış.

Ortaklık kolay iş değildir malûm…

Kasadan para aldın, almadın, vesaire, vesaire…

Kardeşlerden büyükleriymiş gibi görüneni “Olmayacak böyle, devredeceğiz dükkânı, sonra da sen sağ ben selâmet!” dedi.

Bizim kebapçı arkadaş, dükkânla ilgili sorular yöneltti biraz evvel kavga eden kardeşlere…

Kalktı, fırını, tezgâhları inceledi…

Çalışanlarla konuştu.

Böyle, yarım saat, kırkbeş dakika geçirdik orada.

Sonra vedalaşıp çıktık.

Kebapçı arkadaşım yolda, “Bunlar dükkânı devretmek istiyor, yeri güzel, kirası uygun, benim de iş sıkıntım var!” dedi.

Ve bana “garip” bir teklifte bulundu:

“Gel bu dükkânı beraber işletelim! Ailelerimiz yakın, biz iyi arkadaşız. Kendi işimiz olur!”

“Hadi ya, Ben ne anlarım bu işten! Sahanda yumurta yapmaktan öte marifetim yok!” dedim.

O anlarmış.

Ben sadece kasada duracak, muhasebe, evrak işlerini filan takip edecekmişim.

“Saçma!” dedim.

“Değil, niye saçma olsun!” dedi ve ekledi:

“Sen dur hele, bir konuşalım.”

O dükkâna geri döndük.

Kardeşler biraz şaşırır gibi oldu.

Bizim kebapçı arkadaş, “Hele biraz daha konuşalım sizinle!” dedi.

Durumundan bahsetti ve dükkânı devir için kaç lira istediklerini sordu.

Bir fiyat verdiler.

Bizimki “Fazla bu para, dükkân sahibi ile ayrıca konuşacağız da, siz tezgâhtaki mallara ne istiyorsunuz?” dedi.

Onlar da, müşterinin iyi olduğundan, aralarında anlaşmazlık olmasa asla devretmeyeceklerinden filan bahsetti.

Sonunda iyi bir indirim yaptılar.

Bizim kebapçı arkadaş, “Serdar, beş dakika konuşalım dışarıda!” dedi.

Bana “Bak gayet güzel bir fiyata indiler. Dükkân sahibini de çağıralım, devir hakkı veriyorsa, girelim bu işe!” dedi.

Ben…

Lokantacı, kebapçı!..

O yaşımda!..

Arkadaşımın benden istediği, o parayı bulmam ve kasada durmamdı.

Tezgâhları o idare edecekmiş, kebapları o yapacakmış…

Zaten hazır çalışanlar da varmış.

Onları da birkaç gün dener, hallerine bakarmışız.

Bende o kadar para yoktu.

Bir yakınımdan isteyebilirdim.

Minibüse atladık.

Yakınıma gittik.

Sağ olsun, bende olanın üzerini tamamladı.

Çok da fazla olmayan bir parayı borçlandık.

Arkadaşımız emekçi ortak, biz ise “sermayedar”, kasiyer!

*

Bu işlerde…

İlk günler zevkli oluyor.

Müşteriler gidiyor, müşteriler geliyor…

Dükkân çalışıyor.

Bizim ortak neşeli...

“Ağlayan döner, ağlayan döner!” diye bağırarak satış yapıyor.

Filan...

Ben, bambaşka bir ortamdayım.

Tuhaf, renkli.

Aradan bir iki ay geçiyor…

Şöyle bir durum çıkıyor karşıma:

Evet, müşteriler gidip geliyor, kasaya bir şeyler giriyor ama…

Sabahın köründen gece yarısına kadar kapatmamak gerekiyor, çünkü karşımızdakiler kapatmıyor.

Bizim ortak, “Müşteri kaybederiz, adam gece onda gelirse, kapalı bulursa karşıya gider!” filan diyor.

Günü ikiye bölüyoruz.

Yarısı kebapçı arkadaş, yarısı ben.

Şişe saplanmış kebapları köze atıyorum, böyle bir durum!

Bu arada, bambaşka problemler çıkıyor.

Lahmacun ustaları durmuyor, çoğu öyle yaparmış, üç beş hafta çalışıp gidermiş.

Onun için en az bir haftalık “yevmiye”lerini içeride tutmak lâzımmış ki, paralarını almadan gidemesinler!..

Bu bana doğru gelmedi ama kural böyleymiş.

(İşçiler de haklıdır kendilerince herhalde.)

Böyle işte, işçi çalıştırmak zor, dışarıyla uğraşmak zor.

O vakitler ikide bir “zabıtalar” geliyordu, denetim için.

Birçok yere ödeme yapıyorduk, yok odaya, yok belediyeye, yok şuraya, yok buraya…

Malzeme fiyatları sürekli olarak artıyordu.

Bunları yemek fiyatlarına azıcık yansıttığımızda müşteri tepki gösteriyordu.

Kaliteden ödün vermeden fiyatı sabit tutmamızı istiyordu müşteri.

Karşı taraftaki lokanta ve diğerleri yemeğe zam yapmıyordu.

Biz çaresiz, fiyatları sabitliyor, masrafları kısmaya çalışıyorduk.

Bulaşık yıkama işini de ben almıştım üstüme!..

Müşteriler geliyor gidiyor, kasaya paralar giriyordu ama günün sonunda, ona ver, buna ver…

Elimizde bir şey kalmıyordu.

Bir ara…

Bizim ortak “İşyerlerine tabldot verelim.” dedi.

Birkaç atölye dolaştı.

Teklif edilen fiyatlar çok çok azdı.

Ya çok düşük kaliteli, hatta önceden kalmış yemekleri vereceksin işçiler yesin diye, ya da bu işi yapmayacaksın!..

İçimize sinmedi.

Yapamadık.

Birkaç küçük yerle anlaştık makul fiyatlı.

Onlarla idare etmeye çalıştık.

Bu arada zabıtalar sıkıştırıyor filan…

Ödemeler geliyor.

Üretim maliyetleri gittikçe artıyor, zamların ardı arkası kesilmiyor.

Biz iki kuruş “zam” yaptığımızda yemeğe, müşteri kaçıyor!

Sonunda bir karar verdim:

“Dükkânı devredeceğiz!”

Biri geldi, işi lokantacılıkmış.

“Böyle kebap, köfte, döner değil de… Musakka, menemen, çorba takılacağım.” dedi.

Düşük maliyet, ucuz yemek.

Dükkânı aldığımız fiyatın biraz altındaki bedelle devrettik.

Borçlarımızı ödedik.

Ben o işten kurtuldum!..

*

Böyle küçük, kısa süreli bir esnaflık tecrübesi işte.

Topu topu iki ay mı ne!

Ben, o günlere kadar, ikide bir “küçük esnafı” suçlardım.

Televizyonlarda hep “Sahtekâr küçük esnaf!” modelleri sergilenmişti!..

Bir “Sahtekâr İmam”, “Sahtekâr Hacı, Hoca”…

Bir de “Sahtekâr Küçük Esnaf!”

Malûm, o komik filmler!

*

Bugün geriye doğru baktığımızda, uzun yıllar boyunca uygulanan “liberal- neo-muhafazaKÂR politikaların” küçük esnafı ne duruma getirdiğini ve büyükleri nasıl devleştirdiğini çok daha net bir şekilde görebiliyoruz.

*

Mahalle ve sokak yoksa…

Anadolu da yok!..

Köyler boşaldığında sadece köyler boşalmış olmuyor, koca bir kültürel miras elden çıkmış oluyor!

Dedeleri, nineleri kaybediyorsunuz.

Küçük esnaf bittiğinde, mahallemiz, sokağımız, komşuluğumuz da bitiyor!..

“Sıkıştığımızda” yazdırabileceğimiz bir bakkalımız kalmıyor ve ellerimizdeki kredi kartlarıyla bankalara borçlanıyoruz!

Faize iyice bulaşıyoruz!..

Mahalledeki nalbur kapatıyor, biz evimizin tesisatı akıttığında hemen gidip akıl sorabileceğimiz, hemen yanı başımızdaki dostlarımızı kaybediyoruz!

Koca marketlerin “köle”leri kasiyer kardeşlerimiz, “Allah bereket versin” demiyor bize, ortam öyle değil.

Biz de “Bereketini gör” demiyoruz.

“Bereket” kalmıyor hayatımızda!..

*

Bu süreç ilk gençlik yıllarımda hızlanarak devam ediyordu…

Bugüne kadar böyle geldik, küçük esnafın batışı hızlandı.

Ve, köylerin boşalması.

Ve, yuvaların dağılması.

Ve, evliliklerin azalması.

Büyük balıkların küçük balıkları yutması…

Bunun da “Eee, küreselleşme azizim, mecburen böyle olacak!” denilerek meşrulaştırılması…

Günün birinde de, büyük balıkların birbirlerine düşmeleri…

Ortamı yaşanmaz hale getirmeleri!

*

Ben bakkallarımız Rahmetli Hamide Teyze’yi, Rahmetli Tahsin Amca’yı çok özledim.

Az mı emekleri var üzerimizde.

Az mı kızdırmıştık onları yaramazlıklarımızla…

Çocukluk işte.

Mekânları cennet olsun.

Ve dahi…

Hâlâ hayatta olan küçük balıklara selâm olsun!