KUBBEDE KALAN NE OLACAK?
"Dershane" meselesi üzerinden patlak veren AK Parti ve Cemaat gerginliği, maalesef nerede duracağı bilinmeyen bir serencam izlemeye ve karşılıklı güç gösterisi haline gelmeye başladı. Bu gerginlik, arşiv belgelerine kadar giden karşılıklı suçlamaları beraberinde getiriyor ve alt tabakalara doğru indikçe bir hafızanın tekrar ifşa olması biçimine de dönüşüyor.
Bir öğrencim bana telefon açıp, "hocam bu dershane meselesinde yazılarınızda ihtiyatı elinizden bırakmıyorsunuz" dedi. Ben, "nasıl yani?" deyinde birisinden taraf olmayı kastettiğini anladım. Hemen ona önemsediğim şeyin İslam olduğunu söyledim. Bu açıdan hemen belirtmeliyim ki, bu süreçte bana göre AK parti de cemaat de yanlış şeyler yapmıştır. Karşılıklı restleşmeler, kaset savaşlarına hazırlık, kullanılan dillerin sertleşmesi ve ağırlaşması kesinlikle tasvip etmediğim en temel noktalardır. Şunu belirteyim ki, bu gerginliğin hiçbir galibi olmaz; ama tek mağlubu müslümanlar olur.
Milli Eğitim Bakanı sayın Nabi Avcı, Türkiye'de tanıdığım ve çalışmalarını daha önce okuduğum entelektüel bir zihin. Aslına bakılırsa, dershane meselesindeki bu ısrarın yanlışlığını görmemesi mümkün değildir diye düşünüyorum. Nihai anlamda, okulların etkinlik, işlev ve gücünün artırılması politikasının öncelenmesi gerekir ki dershanelere ihtiyaç kalmasın. Dolayısıyla hükümetin ilerlemek istediği dershane kapatma alanı çok uygun değil. Ben meseleye tersinden başlandığını düşünüyorum. Öte taraftan salt hükümet dershaneleri kapatmak istiyor diye bununla eşzamanlı olarak gazetelerin ve gazetecilerin "dershanelerin kötülüğü" üzerine yazı yazmaya başlamaları hiç de inandırıcı ve ikna edici değil. Eğer durum bu idiyse, yıllardır bizi niye uyarmadınız diye adama sorarlar.
Öte yandan Cemaatin, süreçteki bazı hatalarına değinmeliyiz. Birincisi, cemaat kendisi ile özdeşleşmiş görünen "hoşgörü", "sevgi" ve "barış" dilini ve buna dair sağduyuyu bu gerginlik sırasında devam ettirememiştir. Kullanılan dil çok sert ve üsluplar yanlış olmuştur. Diğer yandan cemaat, kalması gereken "kültürel" alandan "politik" alana doğru taşmıştır. (Burada kastettiğim kurumsallaşmış siyaset yapılan politik alandır) Bu da dışarıdan politik iktidar talep eden bir imajla algılanmasına sebep olmaktadır.
Öte yandan facebook ve twitter gibi sosyal medya da bu gerginlik ve çatışmanın bir alanı haline getirilerek işlevselleştirilmektedir. Tweetleşmeler ve facebook'a arşivden çıkarılmış "belge" ve "yorum"lar, karşılıklı hınçlaşma ve intikam duygularını daha fazla körüklemektedir. Tavırlar, "bugün Allah için kaç tweet attın?" şeklindeki bir üsluba uygun gerçekleşmektedir. Burada üsluplar, müslüman hassasiyeti ve ahlaki duruşu da ciddi anlamda zarar görmektedir.
Bu açıdan AK Partililer ve cemaat şeklinde bir ikiye bölünmüşlük ve ayrışma üzerinden gerginlik ve kavga üretilmesinin yanında değilim. Dolayısıyla karşılıklı olumsuz duygusallıkların hareket geçirilmesi, meselenin giderek daha da vahim hale gelmesini beslemektedir. Akl-ı Selim çağrılara ve yazılara daha çok ihtiyaç vardır.
Meselenin daha önemli boyutu ise, hem cemaat hem de AK Parti içerisinde mütevazi, mütedeyyin bir yaşamı ve hassasiyeti önemseyen, aslı itibarıyla bu gerilimlerden ciddi biçimde rahatsız olan geniş bir taban kitle mevcuttur. Bunlar, kendilerini insanlığa ve müslümanlığa adamış insanlardan oluşmaktadır. Bu kitlenin emek, yönelim, gayret ve hassasiyetlerine saygı duymak ve önemsemek gerekir. Dolayısıyla meseleye kategorik ayrıştırmalar biçiminde bakmamak elzem görünmektedir.
Elbette bu gerilim de bir gün sona erecektir; ama nihayetinde herkesin birbirinin yüzüne bakmaya cesareti olması gerekir. Bu konjonktürde önemsenmesi gereken asıl sorun; Yusuf Kaplan'ın deyişiyle "müslüman omurgasındaki çöküş"tür.