Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.56
Gram Altın
2493.04
BIST 100
9548.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Şubat 2020

Kritik Günler Biter Mi

İçim daralıyor ve ferahlayabilmem için ne yapacağımı bilemiyorum. Kurtuluşu kendimde mi aramalıyım yoksa başka bir yol mu bulmalıyım, şimdilik belli değil. Kenetlenmeliyiz diyorum ama kiminle. Sanki çok kişiyiz gibi görünüyoruz ama dağılıyoruz bir anda. Sanki hiç kimse yok etrafımızda ama bir anda kuru bir kalabalık çevreliyor dört yanımızı.

Son günlerde televizyonda, gazetede kendine yer bulanların ilk cümleleri şartlanmışçasına; “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu kritik günlerde…” girişiyle başlıyor. Depremden, çığdan, yangından, şehit haberlerinden, kazadan sonra bile bu ezberlenmiş cümle kullanılıyor. “Birlik ve beraberliğe…” diye başlayıp sonunda o ezici sözcük kullanılıyor; “kritik günler.”

Elbette günlerin kritikliğinden yana sıkıntı yok. 2020 yılı başladığından bu yana ülke olarak art arda oldukça hengâmeli günler yaşıyoruz. Bütün bunlar olup biterken beklenen nedir; millet olarak kenetlenmemiz. Bütün hesapları bir kenara bırakıp ortak payda olan acıları dindirmek için tek yürek olmaktır arzulanan.

Yaşanan olayların daha sıcaklığı geçmeden ortaya atılan asılsız iddialar, yalan yanlış haberler yaşanan acıların üzerine tuz biber oluyor. Siyasi hırslar, kişisel mücadeleler bir kenara bırakılsa hiç olmazsa bir süreliğine ve memleket için el ele verse herkes.

“Elazığ’da bir Kızılay çadırı dahi göremedim.” demek ne kadar samimi bir açıklama olabilir ki… Depremin ilk saatlerinden itibaren bölgede olan ve sadece çadırlarıyla değil her türlü hizmetleri ile depremzedelerin yanında olan Kızılay’ı görmezden gelmek nasıl bir mantıkla açıklanabilir?

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama sürekli tekrarlayarak yüreklerdeki acıları kanatmaya gerek yok. Umalım ki milletimiz samimiyet testini en hak edici şekilde yapsın. Bizde kritik gün bitmez.

Güzide Ertürk’ten Yeni Öykü Kitabı

İlk Kaplumbağa Gölgesi’ni okumuştum Güzide Ertürk’ten. Anlatım ve acılara şahitlikteki samimiyet düşünülünce uzun süren etkisi var Ertürk’ün öykülerinin. Türkiye dışında yaşıyor olmasından dolayı, farklı coğrafyaların hayatlarına bizleri şahit tutuyor.

Şule Yayınları arasında çıkan yeni öykü kitabı Loretta’yı da severek okudum. Bir yazarın üslubuna aşina olduğunuzda artık onun yazdıkları size daha tanıdık geliyor. Loretta’yı okurken aynı yakınlığı hissettim ben.

On altı öykü var kitapta. Ertürk daha çok acıları anlatıyor. Loretta’nın hastane odasındaki yalnızlığı, şeytanî bir hissin içimize gerdiği görünmez engeller, sınırlar arasında ince bir çizgi gibi duran yaşamak, hüzünler, sevinçler, mücadeleler karşılıyor bizi. Böyle yaşamlar da varmış diyoruz sık sık.

Elbette tebessüm ettiren öyküler de yok değil. Balıkçının Gözlüğü’nü tebessüm ederek okudum. Bir gözlüğün ardında yaşananlar var öyküde. Balıkçının kaybolan gözlüğü etrafında yaşananlara ve sürpriz sona hazır olsun okuyucular.

Salur Kazan Esir Olursa; Dede Korkut Masalı havasında kaleme alınmış bir öykü. Aynı coşkuyu vermiş Ertürk. Günümüzde de masal, destan yazılması beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Görkemli geçmişimizle olan bağımızı güçlendiriyor bu tür yazılar.

“Kuyuda olup bitenden haberdar olan Tekür, beylerini toplayıp tutsağı kuyudan çıkarmayı kararlaştırdı. Kuyuda sağ kalan mahkumları özgürlüklerine kavuşturup ellerinde oynatmak adettendi; ‘Bizi methet, Oğuz Boyunu yer. Seni salıverelim, var git,’ dediler. Kazan Han Toman’ın kalesini övmedi, yetmezmiş gibi eline kopuz alıp Oğuz Boyunu methetti, ‘Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok. Oğuz erenleri dururken seni övmem yok.’ diye diretti.”

Kitabın en sürpriz öyküsü bana göre Komplike. Okuyucu sayfalar arasında ilerlerken birden bire karşılarına çıkan Osmanlı Türkçesi metni ile karşılaşınca ne yapacaklar acaba? Elbette bu metni okuyanlar hemen öykünün Latin alfabeleri ile olan bölümüne geçecekler. Metni okuyamayanlar ise Halit Rıflı Bey’in başına ne geldiği konusunda kafalarındaki soru işaretleri ile baş başa kalacaklar. Ben şanslı olanlardanım. J

Kitabın son öyküsü Ziya Bey’in Kiraz Ağacı. Anlatımdaki akıcılık ve heyecan unsuru bu öyküde de çıkıyor karşımıza. Kiraz ağacı deyip geçmemek gerek diyecek okuyucu Ziya Bey aklına geldikçe.

Güzide Ertürk öykülerini okudukça günümüz öykücülüğü adına umut etmeye devam ediyorum. Yükselen öykü çizgimize Ertürk de Loretta ile bir katkı sağlamış oldu. Hem de en zarif cümleleri ile. Loretta, ölümü beklerken bile inceliğini bırakmıyor ve ölüm ancak bu kadar güzel anlatılır dedirtecek bir cümleyi dünyanın ortasına gönderiyor. “Ölümüm kuru bir yaprağın henüz kesilmiş çimlere düşüşü kadar nazik olsun.”

Böylesine güzel öyküler kaleme aldığı için tebrik ediyorum Güzide Ertürk’ü. Yolu açık olsun.