Kritik dönem
Seçimleri kazasız belasız, tamamladık çok şükür. Fakat muhalefet saflarında süren tartışmalar, bitmedi/bitmeyecek te belli ki… Zira kimi hala “kazandığını” zannederken, kimisinin de “değişimden” bahsettiği çoğumuzun malumu. İlginç olan da bir muhalefet partisinin, diğer muhalefet partisine “yeni lider biçer hale gelmesinden” ileri geliyor. Düne kadar meydan meydan dolaşan Belediye Başkanlarını sorarsanız, sanki kendileri beriymiş gibi, yaşananlardan başkasını sorumlu tutmakla meşguller. Lakin hiçbirinin “HEPİMİZ ORADAYDIK” deme, cesareti gösterememesi oldukça manidar. Nitekim “şöyle olsaydı kazanırdık, böyle yapmasaydı bitmişti” tarzı BAHANELER havada uçuşuyor adeta. İşin sonu nerelere varır, bilemeyiz… Ama hadiseye bu haliyle baktığımızda, hatırımıza hemen merhum Kemal Sunal’ın, o unutulmaz filminin geldiğini söyleyebiliriz. Hani dolmuşta tıkış/pıkış, sarımsak kokusu ve teyzelerin dedikoduları arasında, at yarışı oynadığı filim vardı ya… Hani akabinde kaçırıldığı kişilerin, dolmuştaki aynı ortamı sağlamalarına rağmen, bir türlü altılıyı tutturamadığı… Filimin en sonunda da bahaneyi, “ŞİKİ BABA ŞARKISININ” çalmamasında bulmuşlardı… Teşbihte hata olmasın ama başarısızlıklar da BAHANE aramak, kolay olandır aslında… Tıpkı filmde olduğu gibi. Ancak AYNI ORTAMDA NEFES ALANLARIN, bahanelere sığınması sizce de komik değil mi?
Evet, geldiğimiz aşamada bu örnekleri çoğaltmak, elbette ki
mümkün. Ama muhalefeti kendi haline bırakıp, GERÇEK KONUMUZA dönmekte artık yarar
olduğu muhakkaktır. Zira çok farklı bir döneme adım attığımız, ayan beyan
ortada. Özellikle önümüzdeki bir buçuk senelik zaman diliminde, zorlu bir
sürecin bizi beklediği de aşikâr. Tek tesellimiz ise yaptıkları yapacaklarının
teminatı olan, bir iradenin söz sahibi oluşundan kaynaklanıyor. Kaldı ki Sn.
Erdoğan’a sadece 36 saatte, 120’yi aşkın Dünya Liderlerinden gelen tebrik
açıklaması bunun bariz pekiştiriyor. Tabi bu durum EGEMEN AKTÖRLERİN, bizi KARAR
VERMEYE ZORLAYACAK meseleleri, önümüze koymayacakları anlamını da taşımıyor
kesinlikle. Örneğin NATO/RUSYA yahut Atlantik/Avrasya tercihi, bunların başında
seyrediyor. Çünkü Akdeniz, Karadeniz ve Kafkaslar ’da ki tavrımızdan tutunda, ekonomik
ve siyasal açılımlarımıza kadar, bu tercihten etkileneceği tartışılmaz konumda.
En basiti Türkiye’ye sıcak açıklamalar yapan ABD Yönetiminin, diğer taraftan
sessiz sedasız Dedeağaç'ı ziyaret etmesi özetle bu demek değil mi zaten. Hatta
tekmil Avrupa ülkesinin, Türk Devletler Teşkilatı aleyhtarlığı ve bitmeyen YPG/PYD
idealleri de cabası…
Anlayacağınız çok KRİTİK bir zaman olacak, 2024 SONLARINA
KADAR. Çatışan taraflar; stratejik konumumuz ve bölgesel ağırlığımız dolayısıyla,
bizi yanlarına çekmek için her şeyi yapacaklar. Yani hangi tarafa yakınlaşsak,
diğerinin baskısıyla karşılaşacağımız net. O yüzden evvela İÇERDEKİ SORUNLARI çözerek,
yola güçlü devam etmenin en akıllı yöntem olduğunu inkâr edemeyiz. Mesela yabancı
yatırımcıyı çekecek, adımlar atılması; gıda, otomotiv, emlak sektöründeki fahiş
fiyatların, sebeplerine dokunulması; alım gücünün arttırılması ve dahi YENİ
ANAYASA çalışmalarına hız verilmesi… Bu bağlamda değerlendirilebilir. Tabi aynı
esnada, uygulayacağımız DENGE POLİTİKALARIYLA dışarda top çevirmek de, KİMSEYİ
ÜRKÜTMEDEN ALTTAN ALTA PROJELERİMİZİ gerçekleştirmek için, UYGUN ZAMANI bize sağlayacağı
kesinlikle unutulmamalı. Yanlış anlaşılmasın sakın! Tüm bunlar Türkiye’nin
edinimlerinden, vaz geçtiği manası taşımıyor şüphesiz. Böyle bir şey de
düşünülemez kati surette. Ancak bu 1,5 senelik hareket tarzıyla; Trakya’yı
Avrupa’nın gaz merkezi haline getirmek, savunma sanayi ürünlerini Ordumuza
kazandırmak ve en önemlisi de ALTIN/GAZ/PETROL çıkararak, bunları ekonomiye
sunmak, inanın tüm DENGELERİ DEĞİŞTİRMEYE yetecektir. Bakalım neler olacak? Bekleyip,
hep beraber görelim. Bizimkisi, sadece bir projeksiyon. Bilmem anlatabildim mi?