Kriterlerimizi belirleyelim, kuralları biz koyalım
1 Kasım seçimleriyle 26. Dönem Parlamentosu'na giren Leyla Zana, 17 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen yemin töreninde "Türk milleti yerine, Türkiye milleti" dediği için yemini kabul edilmedi. Malumunuz Zana'nın yemin protestosu meşhurdur. Bir kesim Zana'nın yemin çıkışını, Kemalist tektipçiliğin yeniden üretilerek, her meclis açılış töreninde tekrar dayatılmasına bir tepki olarak yorumladı. 1960 askeri cunta darbecilerinin ihdas ettiği bu ideolojik yemin metnine karşı Zana'nın ortaya koyduğu tavrı alkışladılar. Diğer taraftan Zana üzerinden insanların inanmadıkları şeylere yemin ettirilemeyeceği dolayısıyla onur kırıcı ve haksız muamelelere maruz bırakılamayacağı yönünde de yorumlar yapıldı. Zana'nın yemin merasimini izledim. Sayın Zana, metnin ilgili bölümünde geçen "u2026laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma.." ifadelerini sektirmeden hatta üzerine basa basa telaffuz etti. Ne yani Zana'nın 80 yıldır Kürtlerin emdikleri sütü burunlarından getiren, onların en temel insan haklarını gasp eden, dillerine yasak getiren, kendisi başta olmak üzere binlerce Kürdü, sırf Kürt oldukları için özgürlüklerini kısıtlayan, işkencelerden geçiren, çocuklarının eğitim haklarına varana kadar ellerinden alan resmi ideoloji ile ilgili bir problemi yok mu?
Bu köşenin okurları ideolojik yemin metinlerine karşı ne denli hassas olduğumu çok iyi bilir. Yıllardır küçücük çocuklara her gün askeri komutlarla ezberlettirilen andımız adlı ırkçı yemin metninin kaldırılması için geniş çaplı bir kampanya başlatmıştık. HDP'li Kürt siyasetçiler, bu kampanyayı yandaşların başlattığı bir kampanya gözüyle baktıkları için destek vermemişlerdi. Mecliste milletvekillerine ettirilen yemin metninin içerik olarak çocuklara ezberlettirilen yemin metninden pek farkı yoktur. Ve elbette sorunlu bir metindir. Yeni Anayasa bu tür ideolojik dayatmaların son bulması için bir fırsattır. Bu anlamda kimin ne kadar samimi olduğu da bu süreçte ortaya çıkacaktır.
*
Bilindiği gibi Türkiye, tek parti dönemi boyunca tarihinin en büyük operasyonlarından birini geçirdi. 27 yıllık geniş çaplı bir operasyondan bahsediyoruz. Bu süre zarfında insanların doğuştan getirdiği özelliklerine, neye inandıklarına ve düşündüklerine, hangi mezhepten ve ırktan olduklarına bakılmaksızın tek tip uysal yurttaşlar olmaları dayatıldı. Bu dönemin ne menem bir operasyon olduğunu tarih bize er ya da geç gösterecektir. Çünkü bu dönem, ülkede yaşayan tüm farklılıkların birbirlerine düşman edildiği, kadim medeniyetinden kopartıldığı, bir daha asla bir araya gelmeyecek şekilde ayrıştırıldığı bir dönemdir. Kısacası Türkiye'nin 90 yıldır adım adım batının kölesi yapılmaya çalışıldığı bir zihniyetten bahsediyoruz. Ne zaman köle olmayı reddetmeye kalksak sonu facia ile sonuçlandı.
Bilirsiniz Menderes'in Bağdat Paktı girişimi İslam ülkelerinin birlik ve beraberliğini gündeme getiren ciddi bir girişimdi. Ne var ki 1958'de ilgili ülkelerde peş peşe darbeler meydana geldi. Ziya-ül Hakk, Ali Butto ve Kral Faysal öldürüldü. 1959'da Menderes'in Londra uçağı düşürüldü ve bir yıl sonra da idam edildi. Benzer girişimlerde bulunan Turgut Özal ve Necmettin Erbakan da aynı cendereden geçti.. Bugün Katar, Riyad, Ankara ve Erbil'in eş zamanlı operasyonlara tabi tutulmasının ve Tayyip Erdoğan'ın tasfiye edilmek istenmesinin yegane nedeni de budur. Bu hadiselerin Türkiye'nin batının kölesi olmayı reddedip, bölgede alternatif arayışlara yönelmesiyle yakından bir ilgisi bulunmaktadır. Batı, küresel sömürü ve dayatmalara direnen devletleri/halkları, demokrasisi olmayan, diktatör ilkel topluluklar olarak lanse etmektedir. Batılı güçlere göre bu toplulukların acilen demokrasiye(bombalara) insan haklarına(köleliğe),radikalizme karşı ılımlı İslam'a(FETÖ gibi yapılara) ihtiyaçları vardır. Bu sebeple Türkiye'de yıllardır Kemalizm ve laiklik kisvesi altında dışkısever aydınlardan da yandaş toplayarak bir bilinç kaymasına ve bulanıklığına yol açmayı denediler.
Tayyip Erdoğan, bu ülkenin en büyük sorununun köksüzlük duygusu, değer, aidiyet ve kimlik bunalımı olduğunu görmüştür. Çünkü batının sömürgeci, sapkın politikalarının mimarı olan aktörler ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarına çökerken aynı zamanda değerlerini, kimliklerini ve karakterlerini de tahrip etmiştir. Yani petrolümüzü, altınımızı alıp gittikleri gibi inancımızı, ahlakımızı ve muhabbetimizi de alıp götürdüler. Son on yıldır verdiğimiz mücadelenin arka planı işte budur. Tayyip Erdoğan'ın yıllardır hem içeride hem de dışarıda verdiği mücadelenin ve ürettiği politikaların temel amacı ülkeyi batının kölesi olmaktan çıkartıp, tarihten aldığı güç ve motivasyonla kendi ayakları üzerinde durmasını ağlamaktır.
İslam ülkelerinde batının mafyatik talan girişimine son verip bölgede huzur ve istikrarı yeniden tesis etmek içindir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle oluşacak ve durmadan çalışacak yeni bir kabine bekliyorum. Bu kabinenin ilk işi yeni anayasa ve başkanlık sistemi olmalıdır. Gelinen nokta itibariyle artık kendi insan hakları ve özgürlük kavramlarımızı üretmenin vakti gelmiştir. Batının karşısında düştüğümüz öğrenci konumundan artık sıyrılmalı ve tarihsel süreç içerisinde ürettiğimiz değerlerimizle, ahlaki ve irfani geleneğimizle bu kadim coğrafyanın siyasi, sosyal ve kültürel gerçekliğine yaslanan bir insan hakları kriterleri oluşturmalıyız. Erdoğan'ın ifadesiyle Ankara kriterlerini belirlemeliyiz. Yeni Anayasa biraz da bu düşüncelerle ilerlemelidir. Bu ülkede hakkı, hukuku, temel insani değerleri gasp edilen tüm farklı kesimleri kucaklayan, yaralarını saran, herkesin "benim anayasam" diyebileceği özgün ve özgür bir anayasa yazmak mecburiyetindeyiz.
Şimdi Leyla Zana eğer samimi ise ülkenin temel hedeflerini kesintiye uğratmak için imal edilmiş olan HDP'nin politikalarını net bir şekilde eleştirmeli ve Kürt Türk ittifakının tesisi noktasında elini taşın altına koymalıdır. HDP Eşbaşkanlarına özgürlük mücadelesini, güçlü, sömürgeci, emperyalist devletlerin sırtından vermenin çok adice bir yol olduğunu haykırmalıdır. Yemin metnini aşmalıdır artık!
@sivildemokrat