Köylüler, "şehirli" olamadı ama, çoktan "kentli" oldu azizim!..
Kemal Kılıçdaroğlu “Köylüler bize oy vermedi de ondan kaybettik!” yollu lâflar edince büyük tepki çekti malûm.
CHP’nin vatandaşa tepeden bakan o bildik tavrı gündeme geldi.
Şöyle alayını karşıma alsam da, bir anlatsam Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aralarında
bulunduğu CHP önde gelenlerine!
Bizim "Şehirli
Takımı", Arseven'ler...
İstanbul’un sıkı ittihatçıları olarak, kendilerini
ayrıcalıklı görürlerdi.
Kader işte, Merhum Babam, bir “Köylü Kızı”na gönül verince, beğenmedikleri ile akraba oldular.
Oldular ama yanlarına hiçbir vakit fazla yaklaştırmadılar.
Mecburi karşılaşmalarında da, “üstünlüklerinin” altını mutlaka çizdiler!
Bir taraf okumuş
yazmıştı, hayatları bambaşkaydı…
Tiyatrolara-konserlere gitmek, kokteyllere katılmak, ikide
bir saç yaptırmak, pahalı parfümler
kullanmak, sabahları bigudilerle dolaşmak, yurt dışından ithal ürünler
getirtmek, Avrupa’ya gitmek, bulmaca yarışmalarına katılmak, dünyadaki ve
ülkedeki gelişmeler hakkında “entelektüel”
kıvamlı tartışmalara girmek…
Biz çocuklara, “Bu
hareketlerin bizim aileye hiç yakışmıyor, kime çektin sen bilmem ki!”
demek, hemen her gün banyo yapmak…
Böyle yaşardı Arsevenler,
Kastamonu’nun bir köyünden gelme Anne tarafımız, Çukurbostan’daki rutubetli bodrum dairesinde hayata
tutunabilme mücadelesi verirken…
İstanbul’un şehirli takımı yerleşikti.
Nesiller boyunca, belli semtlerde yaşamaya alışmıştı.
Bizimkiler, yazları Anadolu Hisarı’nda, kışları ise, o
zamanlar çok gözde, çok sakin olan “Kaleiçi”ndeki
semtlerde.
Pazartekke, Şehremini, Yusuf Paşa, Aksaray, Laleli, bundan 50-60
yıl evvel böyle karmakarışık, tıkış tıkış yerler değildi.
Yeni yeni yapılmaya başlanan apartmanların “kaloriferli” olanlarında “elit” aileler otururlardı.
Köyden gelenler ise, genellikle “köylülerinin” yanına sığınırlardı.
Bizim Kastamonulular, pastacı, börekçi, şekerci genellikle…
Köyden gelen, oralarda bir yerlerde işe girer…
İmalâthanenin bir köşesinde yatar, para biriktirir…
Bir bodrum daire kiralar, çoluk çocuğu yanına aldırır…
Yaşı müsait olanları, olmayanları çalıştırırdı.
Şehre kapağı at, tutun, aileni getir, para kazan, biriktir,
mümkünse hazine arazisine gecekondu kondur, seçimleri bekle, tapunu al, daire
karşılığı müteahhite ver, durumu toparla…
Bizim mahallede bir “kapıcı” vardı: hem kapıcı, hem sıhhi
tesisatçı, hem elektrikçi, hem boyacı, hem cadde kenarında “vişne suyu” satıcı,
hem karpuzcu…
Her işi yapardı, karısı ve çocuklarıyla birlikte…
Bir gün, hastane kıyafetiyle gördüm, Haseki Hastanesi’ne
hasta bakıcı olarak kapak atmış…
Biraz konuştuk…
Taşlı Tarla denilen yerdeki “arsası”nı kat karşılığı vermiş…
İki daire bir dükkân almış.
Bunlar olurken, bizim “Arseven”ler
hayatlarına olduğu gibi devam.
Olduğu gibi derken, “Buraları
da köylüler bastı azizim, çok görgüsüz oluyorlar çok!” yollu sohbetlerle…
Bir yandan da köylüye muhtaçlar: evlerinde su borusu
patlasa, köylü çağırıyorlar!..
Ya da hastalanıp yatağa bağlansalar, yine köylü lâzım!
Onların hayatları, geçmişin mirasıyla devam ederken…
Köylüler, yavaş yavaş siyasete giriyor efendim.
Kimi Adalet Partisi’ne kapak a atıyor, kimi Milli Nizam ve
sonra Milli Selamet Partilerine…
Kadın Kolları da var, bir kol da oradan yürüyor…
Yeni yerleşim birimlerinin ilçe başkanlıklarında bir yer
ediniyor, zamanla yükseliyorsun.
İlçe başkan yardımcısı oldun mu, tamam işte, herkes “Başkanım” diyor size!..
Bu arada, nereden tarla alınır, nereye imar gelecek, ne
zaman gelecek mevzularını da ilk duyanlardan oluyorsunuz…
Bir yandan da, yıllar yılı küçümsenmiş, ezilmiş olmanın
acısı var yüreğinizde, “Çocuklarım
okusun da bizim gibi olmasın!” demeyi de ihmal etmiyorsunuz…
Sonra…
Siyaset bu, destek verdiğiniz parti hızla büyüyor…
Siz de büyüyorsunuz, ucundan kenarından, merkezinden
neresinden olursa artık…
İş adamı oluyorsunuz, milletvekili, belediye başkanı,
belediye meclis üyesi, danışman, ilçe başkanı, ilçe başkan yardımcısı, bunların
etraflarındakilerden biri…
Özal geliyor iktidara, sizi “İthal Malları mağazaları”
ile, “çikita muzlarla” tanıştırıyor…
“Harca Türkiye!” diyor.
“Ne o tek ışıkla oturmak, evdeki bütün ışıkları yakın!”
diyor!..
Bir özgüven geliyor size!..
İhracata başlayanları duyuyorsunuz…
Rusya’ya gidenlerden bazılarının “başka başka işlere
girdiklerini”, “Nataşalara meylettiklerini” duyuyorsunuz ama aldırmıyorsunuz…
Küreselleşme kaçınılmaz!..
Harca Türkiye!
Güzel bir kimlik de ediniyorsunuz, zaman içinde:
Muhafaza-KÂR Demokrat!
Bunu kabul etmeyenlerdenseniz, “Siyonizm karşıtlarının”
yanında yer alıyorsunuz…
Mücadelenin içinde yer alıyorsunuz, hayatınız anlam
kazanıyor.
Sonra…
Müesses nizam bakıyor ki, köylü takımı şehirde ağa olacak…
“Laiklik, irtica,
mirtica” diyerek saldırıyor…
Çocukların yolunu kesmeye çalışıyor!
Onlar saldırdıkça destek verdiğiniz siyasi hareketler “mağdur temsilcisi” olarak büyüyor da
büyüyor…
Siz de büyüyorsunuz…
Sonra…
Gittikçe değişiyor işler…
Eskinin mağdurlarının, artık kaybedecek çok şeyleri oluyor.
Bu süreçte ihmal edilmiş olan “köylüler” bile, devlet desteği ile epeyce “kazanım” elde ediyor.
Köylerdeki hemen her evin önünde traktör, otomobil
görüyorsunuz artık.
Sayıları gittikçe azalan köylüler, “pazar ekmeğini” tercih ediyor.
Ocaklar artık pek tütmüyor!..
Köylere bayramlarda lüks lüks otomobiller geliyor.
İki gün kalıp, gidiyor.
*
Arada birçok hikaye var tabii, “köylülerin” bir kısmı da başta Almanya olmak üzere “gelişmiş
ülkelere” gidip hayat mücadelesine girişiyor…
Orada kazanıp, burada kiraya vermek üzere ev alıyor…
Bir “Alamancı sınıfı”
oluşuyor, orada da ne dramlar var, çok iyi bilirim.
*
Bu süreçlerde, Orhan Gencebaylar, Ferdi Tayfurlar, Müslüm
Gürses’ler var…
“Batsın bu dünyalar”
var!..
“Kaderin böylesine
yazıklar olsun”lar,
“Sen de mi Leylalar”
var!..
Kemal Sunal tiplemeleri var.
Türklerin, Kürtlerin yaşadıkları var…
İmam Hatiplilerin,
imam hatipsizlerin yaşadıkları var…
Öbür tarafta “Merhum
Timurtaş Hocalar, Muhterem Şevki Yılmazlar” var…
Sonra, sonra…
Sosyal medya giriyor hayatımıza…
Bir dünya, yüzde 10’u gerçek, yüzde 90 fake!..
Oralarda aslan kesiliyor korkak tipler!..
Gaz veriyor, kifayetsiz muhterisler!..
Görünenler var oralarda, troller filan var…
Bir de “işinde gücünde” bir gençlik var; kimisi de “genç
müteahhit”, dar paça pantolon, slim ceket…
Sonradan görme mekânlarının usta nargilecileri!
Kimi, din diyanet elden gider diye…
Kimi yasaklar geri gelir diye…
Kimi, “Maceraya ne gerek var, işler böyle iyiyken” diye…
Kimi, “En iyisi MuhafazaKÂR Demokratlık azizim”
diye…
Kimi, “Bu masa
memleketi perişan eder, böler, bizi de Suriyeliden beter eder!” diye!
Kimi,
“Emekli maaşı iyi
değil ama, onu da alamamak var!” diye…
Vatandaşın bilinç altında “Köyden göçüp, gurbet ellerde küçümsene küçümsene hayata tutunmaya
çalışmak!” var!..
*
Kemal Kılıçdaroğlu, bunların milyonda birini bile “tefekkür edebilecek”, Türkiye
İnsanı’nın yaşadıklarını, nesilden nesile intikal eden travmatik ruh halini
anlayabilecek durumda değil elbet.
Onun için de “Köylüye 500 lira versen yeter! Köylü bana oy
verseydi kazanırdım azizim!” yollu
zırvalarla “gülünç” duruma düşürüyor kendisini!..
Vatandaşların büyük bir bölümü, CHP’den niçin korkuyor?
Bilinç altında “başörtüsü,
laiklik, imam hatip, Kuran Kursu” meseleleri dışında hangi endişeler var?
Bilmeyince…
“Sakallı ve de Bilge
Genel Başkan yanımdaydı, bütün anket şirketleri de kazanacağımı söylüyordu! Ah
bu köylüler!” sığ bıkış açısıyla anlamaya çalışırsınız durumu.
“Asabî”, “tehditkâr”, “tepeden bakar”,
“nefret eder”, “içeriye dışarıya zehir saçar”
haldeki CHP’nin içinde olduğu hiçbir oluşum, Cumhurbaşkanlığı seçimini
ve genel seçimi kazanamaz!..
Bunu da göremezsiniz haliyle.