Dolar (USD)
32.49
Euro (EUR)
34.54
Gram Altın
2476.89
BIST 100
9550.39
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Mart 2022

Köye dönebilir miyiz?

Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de “tarım ürünlerinin ithalatına” dair bir Cumhurbaşkanı Kararı yayımlandı.

Türkiye’de “gıda arz güvenliğinin sağlanması ve gıda ürünlerinde erişimde sorun yaşanmaması amacıyla” alınan karara göre, savaştaki Ukrayna’dan gelecek tarım ürünleri için oralardaki durumlar toparlanana kadar “bazı belgeler” istenmeyecek.

Karardan anlaşılacağı üzere, oralardan ürün gelmesinde bir aksama olduğu takdirde, gıda ürünlerine erişimde sorun yaşayabiliriz.

Ukrayna Rusya savaşı hemen her ülkenin ekonomisini, bazı ülkelerin ise “gıda güvenliğini” büyük risklerle karşı karşıya bırakıyor.

Türkiye, (savaşan iki ülke) Ukrayna ve Rusya’dan başta ayçiçeği, arpa, mısır, buğday, kepek, yem sanayinde kullanılan kepek, küspe olmak üzere birçok ürünü ithal ediyor.

Savaş, bu ürünlerin fiyatlarını hızla tırmandırdı.

Ülkemiz, bu ülkelerden yeterince ithalat yapamazsa, açığı başka yerlerden kapatmak mecburiyetinde kalacak.

Bu da, ithal edeceği ürünlere çok daha fazla döviz ödemesi anlamına gelecek.

Memleketimizin tarım ürünleri ithalatında birinci ve ikinci sırayı alan Rusya ile Ukrayna savaşıyor.

“Enerji”deki vaziyet malûm, bir de “tarım ürünlerinde” böyle bir durum var.

Cumhurbaşkanlığı Kararı’nda da bundan dolayı “gıda arz güvenliğinin sağlanması ve gıda ürünlerine erişimde sorun yaşanmaması” ifadesi yer alıyor.

Ukrayna’dan gelecek tarımsal ürünler için istenilen belgeleri “oralardaki durumlar toparlanıncaya” kadar istemeyeceğiz.

Rusya’ya gelince…

Bu ülkeye uygulanan ve uygulanacak yaptırımlardan dolayı “tıkanma” olursa, “gıda arz güvenliğimiz” tehlikeye girer mi?

Sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin derin endişeleri var.

Aslına bakarsanız, Türkiye tarımda dış ticaret fazlası veriyor.

Bununla birlikte, “temel gıda ürünleri” olarak nitelendirilen bazı kalemlerde sıkıntı yaşama tehlike ve tehdidi ile karşı karşıyayız.

Bugün, Sayın Erdoğan’ın liderliğinde sürdürülen ilişkiler, dinamik dış politika bize “güvence” sağlıyor.

Bu yönetimin, sıkıntıları aşmayı sağlayacak irade, hareket kabiliyeti, beceriye sahip olduğunu düşünüyor, rahatlıyoruz.

Amma velâkin, bu işler dönemlik işler değil.

Türkiye, özellikle “temel gıda maddelerinde” “arz güvenliği” yaşamayacak ülkelerden biri olmalı.

Bunun için de…

“Hadi gel köyümüze geri dönelim!” hamlesi başlatmak gerekecek galiba.

****

TARIM KESİMİNDEKİ ERİME

Memleketimizin “Özalizm”in fırtına gibi estiği süreçte, hızla “kentlileştiği” malûmunuzdur.

Şöyle biraz geriden başlayarak bugünlere gelelim:

İkinci dünya savaşı yıllarında nüfusun yüzde 80’i kırsal alanlarda yaşardı.

Memleketimizde, savaşın tabii tesirlerinden dolayı, “gıda arzı” bakımından büyük sıkıntılar çekildi.

Türkiye savaşa girmedi ama 18 milyon nüfuslu ülkede asker sayısının 1 milyonu aşması, gıda maddelerine, özellikle de hububata talebi arttırdı.

Gençlerin çoğu askere alınınca, büyük ölçüde “kas gücüne” yaslanan tarımda üretim sıkıntıya girdi.

Ülke genelindeki arz- talep dengesizliği derinleşti.

Köylü, hayvanlarını besleyemez oldu, bu da özellikle çift hayvan sayısının hızla azalmasına sebep oldu.

Savaş yılları boyunca yer yer kıtlık ve açlık tabloları gözlendi.

Özellikle kırsal alanlardaki ve kentlerdeki yoksullar büyük sıkıntılar çekti.

Devlet, bu sıkıntıları aşabilmek için sonraki yıllarda yeni toprakları üretime açtı, bu sayede tarımsal üretim biraz olsun artabildi ama, bir noktada bu işin de sonuna gelindi.

Bu kez de, tarımda verimlilik artışı için adımlar atıldı.

Demokrat Parti döneminde, tarımda “makineleşme ve sulama” desteklerine ağırlık verildi.

Yüksek verimli yeni türler teşvik edildi.

Sonraları bu gelişmeler sürdürüldü.

Traktör sayısı 1960’da 42 bin iken, 1970’de 100 bine, 1980’de 430 bine yükseldi.
Bu süreçte bir yandan tarımda bu gelişmeler olurken, diğer yandan da kırsal kesimden kentlere doğru hızlı göç akımları yaşandı.

Ülke nüfusunun yıllık artış hızı yüzde 2.5 civarındayken, kentlerdeki nüfus artışı yüzde 5’i aştı.

Bu süreçte, neoliberal politikalar devreye sokuldu.

Demirel başbakanlığındaki hükümet 24 Ocak 1980’de “radikal liberalleşme” programını açıklamıştı.

ABD’nin hazırladığı Kenan Evren Darbesi’nin en önemli amacı, emeğin değerinin azalacağı ve kapitalizmin iyice üzerimize abanacağı bir süreçte çıkabilecek “çatlak sesleri” bastırmaktı.

Sonra sonra…

Merhum “Özal Dönemi”ne geldik.

Türkiye, radikal liberalleşme adımları attı.

Hayali ihracatın da katkısıyla ihracat rekorları kırdığımız, yaşantımızı tamamen değiştirdiğimiz, çikita muzlara, ithal ürünlere alıştığımız “konforcu” bir süreçte bulduk kendimizi.

Merhum Özal, “Bir ışık yetmez, evlerdeki bütün ışıkları açın!” diyordu.

Bir yandan “lüks yaşantı”nın yollarını arıyor, diğer yandan da, “maaş ve ücretlerdeki reel gerilemeden dolayı” üzülüyor…

Masraflara yetişebilmek için, bütün aile fertlerini “emek piyasasına” sürmeye çalışıyorduk.

O süreçte, “dışarıda çalışan kadın” sayısı hızla artarken, huzur evlerinin ve “kreşlerin” sayısı da buna paralel olarak tırmanıyordu.

Sonra sonra…

Üretim artışının yetişemediği “tüketim iştahı” ve sistemin bir yerde tıkanması.

Koalisyonlar dönemi…

Rahmetli Erbakan Hoca’nın 6 ayı başarılı, 6 ayı ise “darbeciler” yüzünden “kayıp” bir yıllık koalisyon hükümeti.

Sonrasında, ara dönem, ekonomik krizler ve Ak Partili yıllar…

Sayın Erdoğan’ın üzerindeki büyük baskılar, darbe tehditleri, bu tehditleri “AB Süreci” üzerinden aşma çabaları…

Ekonomide toparlanma.

İçeride büyük alt yapı yatırımları, dışarıda karışıklıklar, savaşlar, küresel ekonomik krizler…

İçeride darbe girişimleri…

“Tüketmeye” , “hep daha fazla tüketmeye” alışmış milyonlar…

Tesettürlü, tesettürsüz oteller…

“Harca Türkiye!”

Ve…

Kentleşmenin devam etmesi, köylerin boşalması…

*

İşte hızlı bir bakış attık, son 70, 80 seneye.

Çok şeyler değişmiş…

Güzel işler de yapılmış…

Ne var ki…

Köylerin, tarım emekçilerinin sayısının hızla azalması bir gerçek olarak karşımızda durmuş…

Duruyor.

Bugün, memleketin ancak yüzde 10’u tarım işleriyle uğraşmakta.

Yüzde 10 ile yüzde 90’ı besleyebilir miyiz?

Zor.

Dikkatinizi çekiyordur, üç alanda bir türlü dikiş tutturamıyoruz:

1-Eğitim, 2-Kültür, 3-Tarım-Kültür (AgriCulture)

*

Eğitim ve kültür işlerini “derin sola, Fetö’ye” teslim etmenin sıkıntısını çok çektik, hâlâ da çekiyoruz.

Tarım işleri ise…

Neoliberal dalganın altında kalmış gibi.

Bugünden itibaren hızlı bir “köye, tarıma dönüş” hamlesi başlatsak…

Bunu yapabilir miyiz?

Köyde yaşamanın “güzel zorlukları” var.

Bir de “gerçek” zorlukları; hastane sıkıntısı, okul sıkıntısı vesaire…

*

Gıda arz güvenliğine dair tehditler gittikçe artıyor.

Dünyayı “açlık tehlikesi” kuşatıyor.

Biz de “üçe aldım, işledim dörde sattım” hesaplarının ötesine geçmeye mecbur hissediyoruz kendimizi.

Köye dönüş hamlesi…

Ha bire ek, ha bire dik!..

Olabilir mi?

“Yeni Tarım Bakanımız”la, ne kadar olabileceğini hep birlikte göreceğiz İnşaAllah.