Köye dönebilir miyiz?
Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de “tarım ürünlerinin ithalatına” dair bir Cumhurbaşkanı Kararı yayımlandı.
Türkiye’de “gıda arz güvenliğinin sağlanması ve gıda
ürünlerinde erişimde sorun yaşanmaması amacıyla” alınan karara göre, savaştaki Ukrayna’dan gelecek tarım ürünleri
için oralardaki durumlar toparlanana kadar “bazı
belgeler” istenmeyecek.
Karardan
anlaşılacağı üzere, oralardan ürün gelmesinde bir aksama olduğu takdirde, gıda
ürünlerine erişimde sorun yaşayabiliriz.
Ukrayna Rusya
savaşı hemen her ülkenin ekonomisini, bazı ülkelerin ise “gıda güvenliğini” büyük risklerle karşı karşıya bırakıyor.
Türkiye,
(savaşan iki ülke) Ukrayna ve Rusya’dan başta ayçiçeği, arpa, mısır, buğday, kepek, yem sanayinde
kullanılan kepek, küspe olmak üzere birçok ürünü ithal ediyor.
Savaş, bu
ürünlerin fiyatlarını hızla tırmandırdı.
Ülkemiz, bu
ülkelerden yeterince ithalat yapamazsa, açığı başka yerlerden kapatmak
mecburiyetinde kalacak.
Bu da, ithal
edeceği ürünlere çok daha fazla döviz ödemesi anlamına gelecek.
Memleketimizin
tarım ürünleri ithalatında birinci ve ikinci sırayı alan Rusya ile Ukrayna
savaşıyor.
“Enerji”deki vaziyet malûm, bir de “tarım ürünlerinde” böyle bir durum var.
Cumhurbaşkanlığı Kararı’nda da bundan
dolayı “gıda arz güvenliğinin sağlanması ve gıda ürünlerine erişimde sorun
yaşanmaması” ifadesi yer alıyor.
Ukrayna’dan
gelecek tarımsal ürünler için istenilen belgeleri “oralardaki durumlar
toparlanıncaya” kadar istemeyeceğiz.
Rusya’ya
gelince…
Bu ülkeye
uygulanan ve uygulanacak yaptırımlardan dolayı “tıkanma” olursa, “gıda arz
güvenliğimiz” tehlikeye girer mi?
Sadece
Türkiye’nin değil, birçok ülkenin derin endişeleri var.
Aslına
bakarsanız, Türkiye tarımda dış ticaret fazlası veriyor.
Bununla
birlikte, “temel gıda ürünleri” olarak
nitelendirilen bazı kalemlerde sıkıntı yaşama tehlike ve tehdidi ile karşı
karşıyayız.
Bugün, Sayın
Erdoğan’ın liderliğinde sürdürülen ilişkiler, dinamik dış politika bize “güvence” sağlıyor.
Bu
yönetimin, sıkıntıları aşmayı sağlayacak irade, hareket kabiliyeti, beceriye
sahip olduğunu düşünüyor, rahatlıyoruz.
Amma
velâkin, bu işler dönemlik işler değil.
Türkiye,
özellikle “temel gıda maddelerinde” “arz güvenliği” yaşamayacak ülkelerden
biri olmalı.
Bunun için
de…
“Hadi gel köyümüze geri dönelim!” hamlesi
başlatmak gerekecek galiba.
****
TARIM KESİMİNDEKİ ERİME
Memleketimizin
“Özalizm”in fırtına gibi estiği
süreçte, hızla “kentlileştiği” malûmunuzdur.
Şöyle biraz
geriden başlayarak bugünlere gelelim:
İkinci dünya
savaşı yıllarında nüfusun yüzde 80’i kırsal alanlarda yaşardı.
Memleketimizde,
savaşın tabii tesirlerinden dolayı, “gıda
arzı” bakımından büyük sıkıntılar çekildi.
Türkiye
savaşa girmedi ama 18 milyon nüfuslu ülkede asker sayısının 1 milyonu aşması,
gıda maddelerine, özellikle de hububata talebi arttırdı.
Gençlerin
çoğu askere alınınca, büyük ölçüde “kas
gücüne” yaslanan tarımda üretim sıkıntıya girdi.
Ülke
genelindeki arz- talep dengesizliği derinleşti.
Köylü,
hayvanlarını besleyemez oldu, bu da özellikle çift hayvan sayısının hızla
azalmasına sebep oldu.
Savaş
yılları boyunca yer yer kıtlık ve açlık tabloları gözlendi.
Özellikle
kırsal alanlardaki ve kentlerdeki yoksullar büyük sıkıntılar çekti.
Devlet, bu
sıkıntıları aşabilmek için sonraki yıllarda yeni toprakları üretime açtı, bu
sayede tarımsal üretim biraz olsun artabildi ama, bir noktada bu işin de sonuna
gelindi.
Bu kez de,
tarımda verimlilik artışı için adımlar atıldı.
Demokrat
Parti döneminde, tarımda “makineleşme ve sulama” desteklerine ağırlık verildi.
Yüksek
verimli yeni türler teşvik edildi.
Sonraları bu
gelişmeler sürdürüldü.
Traktör
sayısı 1960’da 42 bin iken, 1970’de 100 bine, 1980’de 430 bine yükseldi.
Bu süreçte bir yandan tarımda bu gelişmeler olurken, diğer yandan da kırsal
kesimden kentlere doğru hızlı göç akımları yaşandı.
Ülke
nüfusunun yıllık artış hızı yüzde 2.5 civarındayken, kentlerdeki nüfus artışı
yüzde 5’i aştı.
Bu süreçte, neoliberal politikalar devreye sokuldu.
Demirel
başbakanlığındaki hükümet 24 Ocak 1980’de “radikal
liberalleşme” programını açıklamıştı.
ABD’nin hazırladığı Kenan Evren Darbesi’nin
en önemli amacı, emeğin değerinin azalacağı ve kapitalizmin iyice üzerimize abanacağı bir süreçte çıkabilecek “çatlak sesleri” bastırmaktı.
Sonra sonra…
Merhum “Özal Dönemi”ne geldik.
Türkiye, radikal liberalleşme adımları attı.
Hayali ihracatın da katkısıyla ihracat
rekorları kırdığımız, yaşantımızı tamamen değiştirdiğimiz, çikita muzlara,
ithal ürünlere alıştığımız “konforcu”
bir süreçte bulduk kendimizi.
Merhum Özal,
“Bir ışık yetmez, evlerdeki bütün
ışıkları açın!” diyordu.
Bir yandan “lüks yaşantı”nın yollarını arıyor, diğer yandan da, “maaş ve ücretlerdeki reel gerilemeden
dolayı” üzülüyor…
Masraflara
yetişebilmek için, bütün aile fertlerini “emek
piyasasına” sürmeye çalışıyorduk.
O süreçte, “dışarıda çalışan kadın” sayısı hızla
artarken, huzur evlerinin ve “kreşlerin”
sayısı da buna paralel olarak tırmanıyordu.
Sonra sonra…
Üretim
artışının yetişemediği “tüketim iştahı” ve sistemin bir yerde tıkanması.
Koalisyonlar
dönemi…
Rahmetli
Erbakan Hoca’nın 6 ayı başarılı, 6 ayı ise “darbeciler”
yüzünden “kayıp” bir yıllık
koalisyon hükümeti.
Sonrasında,
ara dönem, ekonomik krizler ve Ak Partili yıllar…
Sayın Erdoğan’ın üzerindeki büyük
baskılar, darbe tehditleri, bu tehditleri “AB Süreci” üzerinden aşma çabaları…
Ekonomide
toparlanma.
İçeride
büyük alt yapı yatırımları, dışarıda karışıklıklar, savaşlar, küresel ekonomik krizler…
İçeride
darbe girişimleri…
“Tüketmeye” , “hep daha fazla tüketmeye” alışmış milyonlar…
Tesettürlü,
tesettürsüz oteller…
“Harca Türkiye!”
Ve…
Kentleşmenin
devam etmesi, köylerin boşalması…
*
İşte hızlı
bir bakış attık, son 70, 80 seneye.
Çok şeyler
değişmiş…
Güzel işler
de yapılmış…
Ne var ki…
Köylerin,
tarım emekçilerinin sayısının hızla azalması bir gerçek olarak karşımızda
durmuş…
Duruyor.
Bugün,
memleketin ancak yüzde 10’u tarım işleriyle uğraşmakta.
Yüzde 10 ile
yüzde 90’ı besleyebilir miyiz?
Zor.
Dikkatinizi
çekiyordur, üç alanda bir türlü dikiş tutturamıyoruz:
1-Eğitim,
2-Kültür, 3-Tarım-Kültür (AgriCulture)
*
Eğitim ve
kültür işlerini “derin sola, Fetö’ye” teslim etmenin sıkıntısını çok çektik,
hâlâ da çekiyoruz.
Tarım işleri
ise…
Neoliberal
dalganın altında kalmış gibi.
Bugünden
itibaren hızlı bir “köye, tarıma dönüş”
hamlesi başlatsak…
Bunu yapabilir
miyiz?
Köyde
yaşamanın “güzel zorlukları” var.
Bir de “gerçek” zorlukları; hastane sıkıntısı,
okul sıkıntısı vesaire…
*
Gıda arz
güvenliğine dair tehditler gittikçe artıyor.
Dünyayı “açlık tehlikesi” kuşatıyor.
Biz de “üçe
aldım, işledim dörde sattım”
hesaplarının ötesine geçmeye mecbur hissediyoruz kendimizi.
Köye dönüş
hamlesi…
Ha bire ek,
ha bire dik!..
Olabilir mi?
“Yeni Tarım Bakanımız”la, ne kadar
olabileceğini hep birlikte göreceğiz İnşaAllah.