Kötülük problemi
Kötülük problemi din felsefesinin hala devam eden tartışmalarından birisini oluşturmaktadır. Voltaire, Candide isimli eserinde baştan sona bu problemi tartışmaktadır. Bazı youtube videolarında, kötülüğe Tanrı’nın engel olmadığından bahisle İslam’a karşı soğukluk yaşadığını ifade eden gençler vardı. Koronavirüs de bu tartışmayı biraz tetikledi. Ben burada kötülük problemini gençlerin iddialarını zihinsel arkaplanda tutarak analiz etmeye çalışacağım.
Kötülük problemindeki öncüller ve bunlardan yola çıkılarak elde edilen çıkarımlar şu şekildedir. Temel soru; dünyada niçin bu kadar kötülük olmaktadır? şeklindedir. Bu soru Tanrı ile bağlantılı şu öncüllerle ilintilendirilir. Tanrı mutlak iyidir. O halde bu dünyada Tanrı bu kadar kötülüğün olmasına niçin izin vermektedir? Eğer bu kadar kötülüğe engel olamıyorsa gücü yetmiyor demektir. Yok gücü yettiği halde engellemiyorsa, bu taktirde iyi niyetli değildir. Her halükarda bu öncül ve sorulardan çıkan sonuç, Tanrı ile kötülük arasında pozitif bir ilinti kurulmasıdır.
Bu öncül ve sorular şu temel varsayımlardan beslenmektedir. Birincisi, Tanrı’nın dünyada insan gibi bir aktör olduğu varsayılmaktadır. İkincisi, dünyada olan bitenden daha çok insanı değil Tanrı’yı sorumlu tutmaktadır. Diğer yandan “dünya”nın ne anlama geldiğini salt dünyevi bir zihniyetle kurmaktadır. Şimdi hem bu varsayımların doğruluğunu tartışmamız hem de, dünyanın anlamı ve insanın onunla irtibat kurma biçimini sorgulamamız gerekli görünmektedir.
Öncelikle dünyada çok kötülük olduğunu tabii ki kabul ediyorum. Fakat dünyada olup bitenler büyük oranda insanların yapıp etmelerinin bir sonucudur. Tanrı ilk insanla tabiatı bize devretmiştir. Bugün tabiatı yok ederek metropolleri, insan yoğunluğunu, yüksek binaları, tabiattan kopuşu getiren bizzat insandır. Tabiatta işleyen ilkeleri hiçe sayarak, ona aykırı davranırsanız tabii ki zarar görürsünüz ve bunun adı sizce kötülük olur. Çevreyi tahrip edersen, ozon tabakası delinir; olay bu kadar basittir.
Tanrı her sene dünyadaki insanlara yetecek yiyecek ve içecek vermektedir. İnsanlar nüfusu çoğaldıkça tarımda nasıl daha iyi ve verimli üretim yapılabileceğinin bilgisini üretmek yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. Ancak hırsı ve açgözlülüğü yüzünden bunları aralarında adaletle paylaşamayan insandır. Bu sebeple bazıları açlıkla yüzyüze iken bazıları da obezite sorunu yaşar. Bazıları nimet verdikten sonra Tanrı’nın bir de bunları insanlar arasında paylaştırmasını yapması gibi tuhaf bir beklentiye girebilmektedir. Hırs yüzünden sömürü yapan insanların ortaya çıkardığı kötülükten niçin Tanrı sorumlu olsun ki? Önce paylaşmayı öğrenmelisin.
Bir kere dünyaya geldikten sonra olan bitenlerin tüm sorumluluğu bizzat insanın kendisindedir. Dünyanın ve onun içindekilerin bilgisini elde etmek, dünyaya ve insana zarar veren gelişmelere izin vermemek bizzat insanın yükümlülüğüdür. Burada insanın sorumluluğunda olan sorunların çok uzun bir listesini yapabiliriz.
İşte tam da bu noktada insanın dünya ile irtibatının esasına gelmekteyiz. İnsan en ilk atası Hz. Adem (AS) cennetten yeryüzüne gönderildikten sonra, ebedi mükafatı kazanmak üzere dünyada sınavda bulunmaktadır. Tüm yaşadıkları da bu sınavın bir parçasıdır. Sınavın en önemli niteliği başarıyı doğru ölçmektir. Doğru ölçüm, insanın yapıp etmelerine müdahale etmemeyi de ihtiva eder. Tanrı kötülüklerin olmasına müdahale etmemektedir. Çünkü Tanrı insanın üzerinde kötülük yapınca sopa atacak bir görevli değildir; Fakat bu Tanrı’nın kötülükleri onayladığı anlamına gelmez. Çünkü kutsal kitaplar marufu (iyiyi) emreden, münkerden (kötü) nehyeden ibarelerle doludur. Aslında Spinoza’cı anlamda olmamakla birlikte, kötülükler büyük oranda insanın muhatap olduğu düzlemde (tabiatta, toplumda vb.) işleyiş ilkelerine uyum göstermemesinden kaynaklanmaktadır.