Kötülüğü kim sıradanlaştırıyor?
Nereye baksak karmaşa, kaos, savaş ve gözyaşı var. Ayrıca çok ciddi bir toplumsal çürüme ile karşı karşıyayız. Aile mefhumu ortadan kalkıyor.
Neredeyse hiçbir
meslekte etik kalmadı. Ne esnaf, esnaf gibi, ne siyasetçi, siyasetçi gibi ne
sanatçı sanatçı gibi davranıyor.
Ne muhafazakârı, muhafazakâr ne liberali liberal, ne solcusu
solcu ne de milliyetçisi milliyetçi. İdeolojik ayrışmalar da eşantiyon.
Farkında mısınız,
aylardır Gazze’de çocuk katliamı yapan terörist İsrail’in soykırımı neredeyse
sıradan bir vakıa haline geldi.
Biraz sosyal medya
tepkisi, bir iki etkinlik düzeyinde resim sergisi, ilahiler, marşlar ve elbette
coca-cola ve starbucks boykotu ve ellerindeki çubuklarla minnacık kalan
Filistin haritasında stratejik analiz kasan asgari ücretli televizyon
yorumcuları…
Yaklaşık 15 milyar dolarlık servetiyle 4 bin küsur düşünce
kuruluşunu yönlendiren Tavistock Enstitüsü’nün yani algı yönetimi örgütünün
bilincimizi kör etmesine izin veriyoruz.
Bilinmelidir ki zihin
kontrolü ile kitleleri uyuşturmak ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak bu
enstitünün bir numaralı hedefidir.
Buna nasıl maruz kaldığımızı anlatmaya çalışıyorum. Ana akım
medyanın ve siyasetçilerin tek merkezden kumanda edildiği bu korkunç network
düzeneğini anlayamazsak, uyuşmaya, uyutulmaya mahkum edileceğiz.
Bu kuruluşun
öncelikli hedefi, halkın psikolojik gücünü kırmaktır. Bu amaçla Yeni Dünya
Düzeni’ne hizmet etmektedir.
Özellikle eğitim aracılığıyla ortalama 300-400 kelime ile
konuşmaya mahkum edilmiş bir ülkede kolaylıkla zihinleri uyuşturduklarını ifade
edebilirim.
Eğer öyle olmasaydı hala laik, dindar kavgası yaşamıyor
olurduk ve dünya sistemini çok iyi analiz edebilirdik.
Karşımızda korkunç
bir örgütlenme var. Bu kitle, kötülüğün artmasıyla birlikte yani günah dolu bir
dünyadan güya cennete kaçış planları yapmaktadır. Anlayacağınız kötülük
arttıkça kaçma şansları da o kadar artacak.
Bu kitle, dünyayı yönetmek isteyen elit güçlerdir. O yüzden
gençlerimizi, aile kurumuzu, fıtratımızı hedef almaktadır.
Dünyada kan ve gözyaşının çoğalması onların cennet dedikleri
yeni dünya düzeni sisteminin inşa edilmesini kolaylaştıracaktır.
Bakınız bugün NATO,
WEF,IMF, Atlantik Konseyi, BM, DSÖ, Aspen Enstitüsü, Tavistock, Black Rock, JP
Morgan/Chase gibi gündemi belirleyen kurumlara yapılan her eleştiri
“demokrasiye saldırı” olarak değerlendiriliyor.
Kısacası “demokrasi” elit kurumların malıdır ve bu elit
kurumların kutsallığı esas alınmalıdır deniliyor.
Örneğin DSÖ, bu yıl Mayıs ayında öyle bir düzenleme yapacak
ki artık insanlar kendi sağlık kararları üzerinde kontrole sahip olmayacaklar.
Var mı buna bir itirazınız?
Ya da hangi ülke lideri buna itiraz edebiliyor?
Eğer ederseniz siz demokrasi karşıtı, bilim düşmanı bir
vatan haini olarak damgalanırsınız.
Başka bir örnek vereyim.
Bakınız dünyadaki hükümetler
buna ülkemiz de dahil, ne sanayiyi, ne büyümeyi, ne eşitliği, ne tarımı ne de
yoksulluk ve açlığa karşı mücadeleyi destekleyen 2030 Gündemi'ni kabul etmedi
mi?
Üstelik milli eğitim bakanlığımız yeni müfredatında 2030
gündemine özel bir yer tahsis etti.
Peki, tek bir soru soracağım. Örneğin Gündem 2030, tarım ve hayvancılığı desteklemeyi vaat ederken
neden Avrupalı çiftçiler ayaklanmaya başladı?
Ve neden Avrupa
Birliği'ndeki tarımsal işletmelerin sayısı son yıllarda önemli ölçüde azaldı?
Ve neden özellikle et hedefe konuldu? Ve neden tarım bitirilmek isteniyor?
BM hedeflerinin bir truva atı olduğunu göremeyecek kadar
nasıl kör oldu bu devletler?
İşte anlatmak istediğim tam da bu. Hepimiz kör ediliyoruz.
Uyanık kalanlar da ötekileştiriliyor.