Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Mart 2020

Koronavirüs''e varis çözümü

Tüm dünyayı saran Koronavirüs salgını pandemik hastalık grubuna girdi. Çin’in ardından İran, İtalya, İspanya, İngiltere derken bütün bir Avrupa’yı etkisi altına aldı. Dünyanın öteki ucu ABD’ye ulaşarak “Yenilmez ABD”nin “Yenilmez” Başkanı Trump’ın tüm ülkede acil durum(OHAL) ilan etmesine neden oldu.

Hastalığın başladığı Çin’in Hubei Eyaleti’nin Wuhan şehrindeki vatandaşlarını tahliye ederek ilk andan itibaren konuya yaklaşımındaki ciddiyeti ortaya koyan Türkiye ise salgın konusundaki sınavını oldukça başarılı bir şekilde veriyor. Başta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca olmak üzere tüm sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı’nı bile umursamadan canla başla çalışması, Sayın Koca’nın uykusuz kan çanağı gözlerle basın toplantıları düzenlemesi verilen mücadeledeki ciddiyeti gösterirken ortaya koyulan çabanın da tüm Türkiye’de takdirle karşılanmasına neden oldu.
Bu süre zarfında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan toplantılar sonrası çıkan genelgeyle anaokullarından üniversitelere tüm okullar tatil edildi, yaşlılara, kanuna tabi yarım izinle çalışanlar ile kronik hastalıkları olan kamu çalışanlarına idari izin verildi. Hatta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş 12 yaşından küçük çocuğu olan annelere de izin vererek Cumhurbaşkanlığı Genelgesinin ruhuna uygun bir adım atmış oldu.

Kamuda işler aksamayacak şekilde izinler verilirken tüm gazeteciler de toplumun gündemden haberdar olması için çalışmalarına aralıksız devam ediyorlar. Polisler ve sağlık çalışanları gibi kamunun ihtiyaç duyduğu temel bir hizmeti sunan gazetecilerin yakın zamanda yıpranma payının kaldırıldığını da hatırlatmak isterim. Polis, asker ve sağlık çalışanları ile yan yana çalışan ve birçok hayati riske göğüs geren gazetecilerin bu hakkının teslim edilmesi gerekiyor. Gazetecilerin bu fedakarlığının görülerek Anayasa Mahkemesinden çıkan karar uygun olarak sorunun çözümü için yasal düzenleme ihtiyacının da Meclis’te yapılacak çalışma ile en kısa zamanda giderileceğine inanıyorum. Gazeteciler her şeye rağmen vatandaşların haber alma hakları için tüm riskleri göz önünde bulundurmaktadırlar, haklarının iadesi önemli bir konudur.

Bunların dışında bana gelen bilgilerde izin grupları içerisinde yer alamayan bazı çalışanların kendilerini riskten korumak için oldukça ilginç konulardan doktor raporu aldıklarını duydum. Tüm devlet canla başla çalışırken kendisini “oldukça riskli” grup içerisinde gören bazı kamu çalışanları bazı kesimlerin oluşturmaya çalıştığı panik havasına kapılmış olacak ki “kronik bel ağrısı” veya “varis” hastalığı gibi nedenlerle aldıkları raporları kurumlarına sunup izin talep ettiler. Salgının ciddiye alınması gerektiği defalarca dile getiriliyor ama hayatı bitirecek noktaya getirecek adımlardan da uzak durmak hepimizin sorumluluğu.

Özellikle OHAL veya dışarı çıkma yasağı gibi söylentiler Ankara’da oldukça sık dolaşır oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da konuya açıklık getirmeye çalışarak kamuoyunu sakinleştirmeye çalıştı.

Türkiye olarak Korona belasındaki mücadelemiz oldukça iyi. Şu ana kadar ortaya çıkan hastalar ya yurtdışına çıkmış ya da yurtdışındakilerle temas etmiş kişiler. Yani hastalık daha topluma inmedi. Bu iyi haber. Bu yayılma alanını kısıtlı tutmak için Sağlık Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı tarafından alınması gereken önlemler devlet tarafından alınırken vatandaşlara da yapılması gerekenler sürekli açıklanıyor. Sakin olup yetkililerin önerilerine kulak vermek ve varis şikâyetlerini bir süre ertelemek en doğru adım olur. Aşı konusunda gelecek güzel haberler bu süreci daha kolaylaştıracaktır.

ANNELER DESTAN YAZIYOR

AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta ile konuştum. Koronavirüs sebebiyle gündemin arkasına düşen mülteci konusunda epey önemli acıkmalarda bulundu. Ankara Büro muhabirimiz Ezgi Çelik, haberinde Sayın Usta’nın açıklamalarına detaylı bir şekilde yer verdi.

Ben sayın Usta’nın gündemin arkasına düşen önemli başka bir konudaki açıklamalarının altını çizmek istiyorum.

Diyarbakır Anneleri…
3 Eylül 2019 HDP Diyarbakır İl Binası önünde oturma eylemine başlayan anneler, terörün pençesine düşen evlatlarını bir bir kurtarıyor. Çocuklarının dağa kaçırılmasından HDP’yi sorumlu tutan annelerin evlat eylemi başarıyla devam ediyor. Yaşananların devlet tarafından bir kurgu olduğunu söyleyen bir kısım kifayetsiz muhterislere Sayın Leyla Şahin Usta çok güzel cevap veriyor:

“ARTIK TERÖR ÖRGÜTÜNDEN KORKMUYORLAR”

“Hiçbir insanı zorla bir yerde oturtamazsın. Bunun devlet eliyle yapıldığına yönelik söylemler tamamen uydurma. O anneler kendileri bu işi başlattılar. İnanılmaz bir durum. Yaşananlar bu ülkedeki sivil inisiyatifin ne kadar geliştiğini gösteriyor aslında. Halkın iradesinin ve gücünün ne kadar önemli olduğunu gösteren çok kıymetli bir tablo bu. Bunlar neden daha önce olmadı da şimdi oldu? Buna da iyi bakmak gerekiyor. Çünkü artık insanlar terör örgütlerinden korkmuyorlar. Bu terör örgütlerinin artık onlara bir şey yapamayacağına kanaat getirmişler. O bölge için bu çok kıymetli bir durum.”

“ÇOK CİDDİ BİR KURTULMA FIRSATI…

ELEŞTİRENLER TERÖR ÖRGÜTÜ YANDAŞLIĞI YAPIYOR”
Diyarbakır Annelerinin çabasını eleştirenlere de cevap veriyor Sayın Leyla Şahin Usta:
“Kendi evladı dağa kaçırılmış, zorla bir yerlere götürülmüş olsaydı ne yapardı bu eleştirenler? Evladının peşinden gitmez miydi? Elbette ki giderdi. Gerekirse giderim benim çocuğumu çalanların, zorla götürenlerin kapısının önünde otururum der miydi? Tabiî ki derdi. Bunu yaşamayan insanların anlaması mümkün değil. Kendilerinin ayrı dünyaları var ve orada yaşıyorlar. O annelerin ne çektiğinden haberleri yok. O insanlar gayet samimiler ve çocuklarına kavuşmak için uğraşıyorlar. Kavuşma sahnelerini izliyoruz ve bunun kurgu olması mümkün mü? Kurguyla yapmak mümkün değil. O insanlar yıllardır evlatlarını ümitle bekleyen anneler ve aileler. Ailelerine kavuşan çocukların hepsinin anlattıkları ise gittiğinden pişman oldukları, zor şartlarda yaşadıkları yönünde… Kızlarının tacize uğradıklarını, her türlü kötü emeller için kullanıldıklarını biliyorlar. Dağdakiler de kurtulmak için uğraşıyorlar. Bu çok ciddi bir kurtulma fırsatı. Bunu eleştirenler ancak terör örgütü yandaşlarıdır. Başka kimse bunu eleştiremez. O noktada oradaki anneleri de itham altında bırakamaz. Bunu yapan kişiler açıkça terör örgütüne destek veriyor demektir. Terör örgütünün insan kaynağını kaybetmesinden endişe ediyor demektir. Tekrar gençlerin dağa gitmesini engelleyecek bir tablodur bu. Gençler, aslında başına neler gelebileceğinin senaryosunu izliyor. O yüzden bu işi yapanları tamamen teröre destek veriyor olarak görüyorum.”

KRONİK SORUNLARI ÇÖZME VAKTİ

Sayın Leyla Şahin Usta, “Diyarbakır Anneleri”nin acılı bekleyişleriyle dalga geçenlere önemli bir mesaj veriyor. Yıllarca Kürt-Türk kardeşliğini ayrıştırmacı bir dil kullanarak gündeme getirenlerin Sevr ile yapılamayanı tekrarlamaya çalıştıklarını Anadolu coğrafyası açıkça görüyor ve görmeye de devam ediyor.

Tüm bu oyunlara rağmen Türkiye çok önceden yapılması gereken bir dizi reformu hayata geçirerek Kürt kökenli vatandaşlara birçok yeni haklar verdi. Türkiye’nin iyiye doğruya giden bu çabasını samimi gözler görüyor. Ama gerçekçi bir zeminden bakınca daha yapılacak birçok şeyin olduğu da yadsınamaz.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da İçişleri Bakanlığı öncülüğünde Jandarma Genel Komutanlığı’nın amansız mücadelesi terör örgütü PKK’ya ülke içinden katılımı bitirme noktasına getirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin SİHA’lar ve timlerle sınır ötesi harekâtları da terörün yurtdışındaki kolunu kanadını kırdı. Bunu gören Kürt kökenli vatandaşın üzerindeki terör baskısı yok giderek yok olmaya başladı. Hâlâ her şey bitmiş değil. Daha tozpembe bir tablo olduğu söylenemez. Ama bu konuştuğum tüm Kürt kardeşlerim PKK’ya karşı yürütülen bu amansız mücadeleden ve örgütün gerilemesinden oldukça memnun. Diyarbakır anneleri bunun ilk yansımalarından biriydi. İlerleyen zamanda bölgede bu zamana kadar hiç görülmemiş cesaretle yeni adımların da gelmesi mümkün.

Dışarıda ve içeride güvenlik güçlerince eli kırılan PKK’nın Meclis’teki temsilcisi olarak görülen HDP’nin varlığını eleştiren Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli gibi siyasiler partinin kapatılmasını istiyor. PKK’nın Türkiye’ye yaşattığı acıları hatırlayıp HDP’nin de PKK’nın sözcülüğüne soyunduğunu görünce “haksız da değil” diyor insan içinden…

Ama kazın ayağı öyle değil. HDP denilen oluşum kendi içerisinde birçok farklı görüş ve temsil oluşturmuş bir yapı. Her ne kadar toplumda büyük bir temsili olmasa da varlık gösteren kitleler bunlar.
Gayri nizama aykırı farklı cinsel tercihleri olan gruplardan tutun da azınlık statüsündeki çeşitli gruplara varıncaya kadar birçok farklı unsuru bir araya getiriyor. Gündelik hayattaki bazı örneklerle bizleri çok şaşırtsa da genel ahlâk kurallarına önem veren toplumumuz HDP içerisindeki aşırı sol, Marksist Leninist anlayışı benimseyen yapılar veya farklı tercihleri olan bu marjinal grupları dışlıyor. Bu dışlama Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü yok etmek isteyen hain bir terör örgütü PKK’nın bu grupları kullanmasına neden oluyor.

Örgüt yüzde 10 barajı nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girişte bu grupları kendisine bir giriş bileti olarak görüyor. Azınlık statüsündeki vatandaşların talepleri muhakkak daha ciddi platformlarda gündeme getirilerek sorunlara cevap aranmalı. Bu vatandaşların HDP’nin oyun alanından çıkartılması için düzenlemeler yapılmalı. Hakeza Marjinal grupların da kendini başka platformlarda ifade edebilmesinin önü açılmalı. Bunun yolu da ancak siyasi partilerin Meclis’e girmesini sağlayan seçim barajını indirmekten geçiyor.

Eğer baraj makul bir seviyeye çekilirse o zaman HDP’nin farklı grupları çatısı altında toplama politikası amacına ulaşamaz. Buradan kaybettiği oy ile gücü bir miktar azalacak HDP’ye asıl darbeyi ise HDP’den rahatsızlık duyan ama PKK’nın bölgedeki etkisinden dolayı bir türlü bu tepkisini dile getiremeyen Kürt kardeşlerimiz yeni bir hatta birkaç Kürt partisi ile vuracaklardır. Kürtlerin de kendi içinde farklı siyasi dinamikleri var. Dindarı, milliyetçisi, sosyalisti, liberali vs… Bu anlayışların da partileşerek siyasi zeminde varlık göstermesi gerekiyor. Kürt aristokrasisinin oluşması ve Türkiye’nin geleceğinde yer bulması Türkiye’nin ve bölgedeki dinamiklerin kontrolü için oldukça önemli. Bunun yolunun açılması için de seçim barajının muhakkak düşürülmesi gerekiyor.

Peki oran ne olmalı? Bu konuda derin bir çalışma yapılmalı kanaatimce. Ama ben yine de görüşümü buraya not etmiş olayım. Bence seçim barajının yüzde 1 ile 3 arasında bir yerde olması gerekiyor. Bu oranların Türkiye sosyolojisi noktasında daha gerçekçi olacağını düşünüyorum. Avrupa Birliği ülkelerinde baraj 0 ile 5 arasında değişiyor. Bu reform aynı zamanda AB’ye tam üye olmaya çalışan Türkiye’nin hedeflerine de bir adım daha yaklaşması anlamına geliyor. Partilerin ittifak yapması konusu kesinlikle bu konudan farklı bir boyutta yer alıyor.

Mevcut durumda CHP dışındaki tüm siyasi partiler HDP’yi yok sayıyor ve ilişki kurmaktan uzak duruyorlar. Siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasının yanında HDP’nin devlet aklıyla yaşatıldığının da görülmesi gerekiyor. Netice itibarıyla her siyasi kriz sırasında aldığı tavır ve geliştirdiği söylem HDP’nin tüm ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde itibarını kaybetmesine neden oluyor. Geçmişte bir bir kapatılan terör uzantısı siyasi partiler halef selef ilişkisi oluşturulamıyor ve sürekli bir mağduriyet edebiyatı gündeme getiriliyordu. Ama bugün artık HDP tam olarak bu durumla baş edemiyor.

Bir dönem bazı nedenlerle de olsa bu silsile içindeki partilerde bazı kişilerin de öncülüğüyle PKK’dan uzaklaşma çabasına girişilmiş ama başarıya ulaşamamıştı. Bu nedenle HDP’nin zedelenen itibarını düzeltmesi ve siyasette yeni bir söylem ile varlık oluşturması epey zor. Bu birikim ancak HDP’nin kendi kendisini tüketmesine neden olur.

Barajın indirilmesiyle girilecek 2023 seçimleri ise bu anlamda Türkiye’nin önüne birçok yeni fırsat sunacak ve 40 yıldır başımızın belası PKK’nın da bu topraklardaki varlığının bitirildiğinin en büyük göstergesi olacaktır. Bu durum aynı zamanda CHP’li seçmeni de rahatlatacak ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun daha fazla oy almak için teröre kurban verdiğimiz şehitlerimizi göz ardı etmesinin önüne geçilecektir. Bu anlamda bu topraklardaki varlığımızın bekasını sağlamak için canını hiçe sayan tüm şehitlerimizin 18 Mart Şehitler Anma Gününü ve Çanakkale Zaferi’nin 105.Yıldönümünü de kutluyorum.