Koronavirüs Gidince Neler Gelecek?
Türkiye’nin koronavirüs ile birçok “gelişmiş” ülkeden çok daha etkili bir şekilde mücadelede ettiğini sadece “düşmanlar” ve derin “aşağılık kompleksinden kurtulamamış olanlar” kabul etmez.
Duygularını, “Benim için Fransızca tutulmuş bir bakkal defteri bile kutsal kitap hükmündedir!” cümlesiyle dile getiren bu zihniyetin, “Batılıya” benzeyebilmek için evlerine “ayakkabı” ile girmeyi bile “âdet” edindiğini biliriz.
“Medeniyeti” Amerika’da arayan Ahu Tuğba’nın değerlendirmelerini okumuşsunuzdur…
Diyor ki;
"Amerika'da paran yoksa yandın, sokakta ölüyor insanlar, sonra da yakıyorlar. Yandaki komşu hastaneye gitti arabasıyla. Kilise hastanesiymiş, bakmamışlar, 3 gün bekletmişler. Çarşamba sabahı bir daha gitmiş, ayakta bakmışlar, sonra da göndermişler. Hastanede kalmadığı halde 17 bin dolar ücret ödemiş!”
Ahu Tuğba, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin üstünlüğünü, Devlet’in vatandaşlarına el uzatışındaki güzellikleri anlattığı Amerikalı arkadaşlarının hayli şaşırdıklarını da söylemiş muhabire.
Bugüne kadar Amerikalı arkadaşlarına Türkiye’yi anlatmadıysa hata etmiş Ahu Tuğba, yurt dışındaki her vatandaşımızın Türkiye’nin güzelliklerini tanıtmak gibi bir görevi olmalı.
Evet;
Türkiye’nin hakkını teslim etmenin bedelini misafir öğretim üyeliğinden atıldığını “yayın saatinde” öğrenek ödeyen Prof.Dr. Mehmet Çilingiroğlu’nun ardından, film oyuncusu Ahu Tuğba.
Birileri her ikisine de, “Madem öyle, niçin Amerika’da yaşıyorsunuz!” diye sormakta…
Lâf!..
Eğer yaşamasalardı, davulun sesi uzaktan hoş gelebilirdi.
Amerika, Mehmet Çilingiroğlu ve Ahu Tuğba gibi “para-pul derdini aşmış olanlar” için hâlâ bir ölçüde câzip olabilir.
Önemli olan, “alttaki” gruplara ne verdiğidir Büyük Şeytan’ın ki, tablo malûmunuz:
Evsizler, açlar, sefiller ve kimliksiz ölüler!..
Türkiye’de bir yandan devlet, diğer yandan sivil toplum örgütlerimiz, diğer yandan da yardımsever vatandaşlarımız kolay kolay açta açıkta koymaz insanımızı.
Hiç tanımadıklarına sofra kuran insanların diyarıdır Anadolu.
Bizler nasıl bir zenginliğin içinde olduğumuzu, “sıradan” günlerimizde idrak edemiyoruz…
Anadolu’nun kıymetini maalesef bilemiyoruz..
Tam mânâsıyla Merhum Hayâlî Bey’in dediği gibi:
“O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler... “
Değil mi, “balık” nereden bilecek nasıl bir zenginlik içinde yaşadığını!..
Ne yazık ki, “tefekküre” davet eden böylesine “sıkıntılı” günlerde dâhi, şahsi kırgınlıklarını, politik hırslarını öne çıkartarak “saldıranları” görüyoruz!..
İnsanlığın boğazına çökmüş bir salgın döneminden geçmiyormuşuz gibi…
“Pandemi”yi yaşayan dünyanın virüs ile başa çıkmaya çalışan tek ülkesi Türkiye imiş gibi…
Akıllara ziyan “yıkıcı söylemlere” şâhitlik ediyoruz!
“Milli Dayanışma Kampanyası”na taş koymak için “zırnık yok” karşı kampanyası yürüten bu kafanın, “Şu virüs iyice yayılsa da, mevcut bir an evvel devrilse!” hesabını yaptığı o kadar açık ki…
Son yıllarda ortaya koydukları “dayanışma” haliyle tam bir “sacayak” görüntüsü veren “terör örgütleri”nin sosyal medya organizasyonlarında neler deniyorsa, bunların dillerinde de onlar.
Hayır, sözlerim sağa sola çekilmesin;
“Her şeye evet tavrına girsinler” demiyorum.
Eleştiriler, yanlışlıklara ve eksikliklere işaretler bu ülkeye katkı sağlar.
“Sürekli alkış modundakiler” de, menfaatlerine öylesi geldiğinde, hemen satar!..
Yapıcı eleştiriye evet, virüs fırsatçılığına hayır!..
“Öyle yıkamadık, böyle yıkamadık, bari bu virüs fırsatından istifadeyle yıkalım!” kafasına hayır!..
Ayakları yere basan, “kaynakları yerli yerine oturtulmuş” tavsiyelerini “edepleriyle” dile getirenlerde sıkıntı yok.
Lâkin…
Görüyoruz işte;
“Bu ülke bu sıkıntıdan bir an evvel kurtulsun.” derdi değil ki bunların derdi!
Öfke ve ihtiras dolu bakışlarıyla, sivri ve zehirli dilleriyle “yıkıcı muhalefet” yapıyorlar, “fırsat bu fırsat” diyerek…
Öte yandan, terör örgütlerinin “sokaklara taşma” görüntüleri verdiğini de izliyoruz bu süreçte.
Bizler, “Bu virüsü fırsata çevirip eksiklerimizi ve hatalarımızı azaltabilir, ülkemizin ilerlemesi için bundan sonra hangi katkıları verebileceğimizi plânlayabiliriz!” diyoruz.
“Yönetim de, bu süreçte yaşananlardan ders çıkartarak yarınlara baksın!” diyoruz.
Bunu yaparken de, “Milli Dayanışma Ruhu”na sonuna kadar destek veriyoruz.
“Yıkıcı zihniyet” ise, “Virüsü fırsata çevirip”, ‘yazın ortasında’ veya ‘sonbaharın bir yerinde’ bir şeyler yapmayı tasarlıyor.
Hayır, bir duyum değil…
Sadece, bunca yıllık tecrübenin ardından “Ben bunların ciğerlerini bilirim” diyebilme noktasına gelmiş olmaktan kaynaklanan “kuvvetli tahmin”.
Virüs ile uğraşan Milli Mücadele Ruhu, o taraflardaki “kıpırdanmaları” da gözden uzak tutmamalı.
“Virüs” sonrasında “toparlanmamızı” engellemek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır.
Bunun için de...
Efendim;
Bir cümle daha gereksiz!..
Ne demek istediğimiz anlaşılmıştır zaten!..