Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2978.42
BIST 100
9743.36
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Nisan 2020

Korona selamı

Modernleşme, bir bireyleşme hareketi olarak, daha en başından, insanı yalnızlaştırma projesiydi. Bütün süreçler boyunca insan önce Tanrı’sından, sonra sosyal çevresinden, ardında da değerlerinden yalıtılarak ruhen yalnızlaştırıldı ve bütün bunlar teknoloji üzerinden gerçekleşti. Bir taraftan gelenek ile arasına duvar örülerek tarihinden soyutlanmak suretiyle artzamanlılığı koparıldı, öteki taraftan da kültürel ve uygarlığa yönelik aidiyetinden soyutlanarak eşzamanlılığı elinden alındı. Böylece kapitalizm karşısındaki olası bir kolektif eyleme ihtimali devre dışı bırakıldı, kendisine yönelik herhangi bir saldırıyı def edecek potansiyel kudretinden mahrum hale getirildi. Önce inanç birlikteliği, sonra vatandaşlık ve kitlesel birlikteliği elinden alındı. Neredeyse her ülkede “zorunlu olarak” uygulanan “sokağa çıkma yasağı”, sembolik olarak sokağın artık virüs üreten ve onu yönlendiren zihniyetlere terk edilmesi anlamına geliyor. Böylece modernleşme eliyle yalnızlaştırılan ruhun dijitalite üzerinden ve virüs maharetiyle yalnızlaştırılan bedenle birleştirildiği yeni bir süreç başlamış oluyor. Yalnızlaşan ve mekanikleşen ruhun, kendine yeni bir beden bulmaktan başka çaresi kalmayacak.

Her canlının bir varoluş serüveni vardır. Bitkiler çiçek vermek, hayvanlar soylarını sürdürmek için zamana ihtiyaç duyar, ondan yararlanır. İnsan ise bitki ve hayvandan farklı olarak akıl sahibidir ve tamamlanmak için bir topluma ihtiyaç duyar. Toplum ile buluşmayan akıl tamamlanmamıştır ve hayvanidir. Aklın tamamlayıcı öğesi “birlikte yaşama duygusu”dur ve toplumla buluşmayan bir akıl kendini gerçekleştirme şansını elde etmiş olamaz. İnsanın toplumsal bir varlık oluşu, onun ancak toplumla buluştuğunda “insan” olabileceğini ve o şartla kemale ereceğini gösterir. “Birlikte yaşama ruhu”, cemiyet ve cemaat olma, -bu yönüyle- iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, haklı ile haksızın, vicdan ile vicdansızlığın, zulüm ile merhametin de varlık gerekçesidir ve oyun bu zemin üzerinde oynanmakta ve imtihan bu atmosferde yapılmaktadır. Sadece kendisi olarak iyilik de yoktur kötülük de; erdem de yoktur erdemsizlik de; zulüm de yoktur merhamet de… Dünyevi cennet ve cehennem de davranışa bağlanmıştır çünkü. Duygular arasındaki çizgi ancak hareket etmeyle, hareket etme ise muhatap ile mümkündür. Toplumun, bireyin tamamlayıcısı olma vasfı tesanüt duygusunu doğurduğu kadar insanın içindekileri dışarıya aktarma görevini de üstlenmektedir. Her bir insanın tek başına ve kendini evine kapatarak yaşaması yerine köyler, kasabalar ve şehirler inşa ederek mahalle ve caddelerde dolaşmasının gerekçesi de budur.

Değer, birlikte yaşamanın incelte incelte motife dönüştürdüğü davranış kalıplarıdır ve o kalıplar zaman içerisinde gelenekler üzerinden insanlığın ortak aklı olarak bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. İnançlar, devlet ile birey arasındaki sözleşmeler, toplumsal davranış kalıpları, ahlaklar, gelenekler, örfler ve bunlara bağlı adetler hep söz konusu değerlerin taşıyıcısı olarak vardır. Belli dönemlerde yan yana gelmeler, evlilik törenleri, doğum ve ölüm ritüelleri, selamlaşmalar, tokalaşmalar, misafirliğe gitmeler ve misafir ağırlamalar, akitleşmeler, sohbetler tek tek ve hepsi birlikte insanlığın ortak çıkarı için üretilmiş değerlerin temsil pratikleridir. İnsandan insanlığa geçiş bu değerler üzerinden mümkün olmuştur. İnsanı insan olmaya ve insanlığa davet eden de bu değerlerdir kuşkusuz. Ve elbette insanı insan olmaktan çıkaracak da insanlığın sonunu getirecek olan da bu değerlerin yok edilmesidir.

Şimdi, varılan noktada sayılan değerlerin hepsi insanın elinden alındı. Topluma ve topluluğa dair neredeyse bütün ritüeller kapitalizm tarafından önce rehin alındı, ardından el yordamıyla yok edildi. Topluca yapılan ayinler, kılınan namazlar, hac ibadetlerinin muhtevi olduğu inanç alanına dair sayısız fiil bu süreçte önce hayatın bütününden alınıp kıyıya atıldı, şimdi de büsbütün ortadan kaldırılmak üzere. Virüs, insanın insanlıktan çıkarılmasının meşru zeminini yokluyor. Baksanıza, dünyanın her yerinde birbirini andıran selamlaşmalar devre dışı bırakıldı. İnsanlık bir bütün olarak sokaklardan alınıp evlerine hapsedildi. “Öteki”nin zaten potansiyel tehdit olarak algılandığı bir dünyadan, tanıdıkların, ahbapların bile belli bir mesafede tutulması gereken sözüm ona “zararlı muhataplara” dönüştüğü yeni bir sürece girdik. Güven telkin eden tokalaşmanın yerini mesafe ayarlayan ve daha çok yaklaşıldığında had bildiren “korona selamı” aldı. Mahallelerimiz sığınak olmaktan çıkmış, zaten güvensizleşmişti. Cep telefonları yüzünden sohbetimiz zaten bitmiş, AVM’ler sayesinde bakkallarımız tarihe karışmıştı. Şimdiyse sokaklar tamamen virüslerin elinde; üstelik ironik biçimde, onları yok etmenin bir yöntemi olarak onlara bırakılmış durumda. Misafirliğe gitmek de misafir almak da cep telefonlarının insafına bırakılmıştı, şimdi büsbütün yok. Geriye bir Allah’ın selamı kalmıştı, şimdi o da Korona selamına dönüştü. Dostlarımıza verdiğimiz selamı da aldı götürdü virüs ve şimdi dün olduğundan çok daha yalnızız, çok daha kederli olacağız. Sokaktaki insana bakmayı, kalabalıktaki yüzleri görmeyi zaten unutmuştuk. Şimdi artık uzak da duracağız.

İnsanlığın dünü modernleşme ve iki cihan harbi tarafından zaten yutulmuştu. Bugünü ise korona virüsü tarafından emiliyor ve muhtemelen her şey olup bittiğinde artık geriye dönülmeyecek biçimde güncel yaşamımız değişecek. Güncel yaşamımıza yön veren referanslar aşama aşama ortadan kalkacak, sonra yenidünyanın kendine özgü paradigmaları hiç yadırganmaksızın kabul görecek. Sahip olduğumuz bütün güzellikler bir bir elimizden alınıyor. Hem de bizim için. İnsanın kendini koruma adına, kendini koruyanlardan bir çırpıda vazgeçmesi ne acı. Kendinden kaçarak, kendine varacağını düşünmekten daha budalaca ne var?