Korona salgını neleri ortaya çıkardı?
COVID-19 salgınının küresel ölçekte insan hayatını tehdit etmesinden dolayı aylardır dünya gündeminin birinci sırasını Korona oluşturmaktadır. Bugün Korona virüsü salgını, her konuyu değerlendirmenin ölçüsü haline gelmiştir. Korona salgınına referans vermeden insanlık durumumuza ait hiç bir şeyi artık değerlendiremiyoruz. Hiç bir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı gibi şeklindeki kalıplaşmış ifade, COVID-19 salgınının hayatımızı çok yönlü olarak değişime zorlamasını ifade etmesi açısından önem taşımaktadır.
Korona virüs salgınını kısa sürede ortadan kalkacak gelip geçici bir durum olarak değerlendiremeyiz. Korona salgını en az 2 yıl hayatımızı ciddi olarak etkileyecektir. Korona salgınının, insanlığı değişmeye zorladığı gerçeği, hiçbir şekilde ihmal edilemez. Hiç bir şeyin artık eskisi gibi olup olmayacağını belirleyen ana faktör, insanlığın değişime ne kadar istekli olup olmadığıdır. Virüsten ziyade insanın değişim potansiyelinin, yeteneğinin ve kapasitesinin, önümüzdeki süreci şekillendireceğini söyleyebiliriz.
Korona salgını, kapitalizme yönelik sert eleştirilerin tekrar edilmesine yol açmıştır. Aslında kapitalizme yöneltilen eleştirilerde yeni bir şey yoktur. Kapitalizmin Korona salgınından sorumlu olduğu ve kapitalizmden arınmadığı sürece dünyada işlerin düzelmeyeceği şeklinde bir söylem tekrar edilmektedir. Kapitalizmin eleştirisini yapmak için herkes birbiriyle yarışmasına rağmen, kapitalizmin yerine ikame edilecek siyasal ve ekonomik sistemin nasıl olması gerektiği konusunda ise ciddi, nitelikli ve derinlikli hiçbir şey söylenmemektedir. Kapitalizmi eleştirmek kolaydır, kapitalizme alternatif üretmek ise imkansızlık düzeyinde zor bir iştir. Sosyalizm ve komünizmin kapitalizme alternatif olduğunu ve mevcut krizin ancak sosyalizmle aşılacağını iddia eden söylem, yüzeysel bir ideolojik propagandadan başka bir şey değildir.
Devletler, Korona salgınını kendileri için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Birçok devlet Korona salgınıyla mücadele adı altında otoriterleşmiş ve birey üzerindeki kontrol gücünü pekiştirmiştir. Önümüzdeki süreçte insan hakları, demokrasi ve özgürlüklere aldırış etmeyen otoriter ve totaliter yönetimlerin dünyada güçlenmesi çok güçlü bir olasılıktır. Otoriter yönetimler, propaganda konusunda demokratik yönetimlerden daha başarılı gözükmektedirler. Propaganda faaliyetleri sayesinde Çin, kendisini Korona ile mücadelede örnek ülke olarak sunma konusunda önemli başarılar elde etmektedir. Otoriter rejimlerin Korona gibi krizlerle mücadelede daha başarılı olduğu şeklindeki yanılsamaya inananların sayısı dünya ölçeğinde az değildir.
Propagandist ve popülist söylemlerin kitleler üzerinde salgın gibi kriz dönemlerinde de etkili olduğunu gördük. Kriz anlarında hayatta kalmak ve canlarını kurtarmak için kitleler, kendilerine kurtuluş ve çıkış yolu göstermeyi vaad eden her sese kolaylıkla inanmaktadırlar. Kitleler, kurtarıcı sesin tepeden ve dışarıdan kendilerine seslenmesinden rahatsızlık duymamaktadırlar. Kitlelerin propagandist ve popülist söylemleri sorgulama ve eleştirme konusunda çok da istekli olmadıkları görülmektedir. Kitlelerin her söylediklerine inanacağını düşünen popülist yapılar, üstten bakan bir bakış ve kibirle kurtarıcı rolünde toplumsal nüfuz alanlarını genişletmeye devam etmektedirler.
Korona salgını, dünyada insanlığın yeterli düzeyde örgütlü olmadığını ortaya koymuştur. Korona salgınından etkilenen ülkelerde yaşlıların en kırılgan grup olması ve yaşlılara yardım edecek yeterli sayıda sivil toplum örgütünün olmadığını gördük. Sivil toplum güçlü ve yeterli olmadığı için devletler, bu krizden güçlenerek çıkmaktadırlar. Çalışma hayatında çalışanların haklarını koruyan güçlü yapılanmaların olmadığını fark ettik. Eğitim konusunda öğrencilere alternatif modellerle eğitim verme konusunda sivil toplumun çok yetersiz kaldığı ayrıca zikredilmelidir. Dini grupların ve kurumların, dünya genelinde başarılı pratikler ortaya koymakta yetersiz kaldıkları görülmektedir.
Korona salgını, hayatımızda sosyal medya platformlarının düşünülenin ötesinde yer tuttuğunu ortaya koymaktadır. Evde kalmaya direnen insanlar, hiçbir direnç göstermeden sosyal medya platformlarında kalmaktadırlar. İnsanları evde tutan ana faktörün sosyal medya platformları olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar, bu süreçte sosyal medya platformları sayesinde hâla devam eden bir hayatları olduğu hissine kapıldılar. Bu süreçte ev olgusunun yıpranmış ve sıkıcı bir kavram olarak değerlendirilmesi üzerine ciddiyetle düşünmek lazımdır.
Devletler, bu süreçte toplumlar üzerinde tam bir hegemonya kurmayı başardılar. Devletin hegemonyasına karşı dillendirilen alternatif hegemonik anlatıların kitleleri harekete geçirmede yetersiz kaldığını dünya ölçeğinde gözlemlemek mümkündür. Amerika’da Trump yönetimine karşı ciddi bir kitle hareketliliğinin olmaması, bu bağlamda ilginç bir örnek olarak karşımızdadır. Bütün eleştirilere rağmen Trump yönetimi topluma hakim olma noktasında başarılı olup alternatif bir hegemonik alanın oluşmasına izin vermemiştir.
Toplumlar bu dönemde en çok dayanışma kavramına değer verilmesi gerektiğini fark ettiler. Korona salgını gibi bir krizle başa çıkmanın yolunun ancak dayanışma ve işbirliğinden geçtiğine dair bir kabul, toplumlarda kabul görmektedir. Kriz anlarında dayanışma kavramı etrafında oluşturulacak ilişkiler ve kurumlar konusunda yoğun tartışmaların yapılacağını öngörebiliriz.