Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2972.97
BIST 100
9732.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Korona Çağı

Tarihin akışını büyük oranda dönüm noktaları belirliyor. Kendisinden önceki ile sonraki yaşam tarzını doğrudan ve radikal biçimde etkileyen dönüm noktaları ise insan hayatını ilgilendiren doğum ile ölüm çizgisi arasındaki dengenin hayat aleyhine dönmesinden kaynaklanıyor. Doğal felaketler de doğanın ritim hastalıkları olduğuna göre dönüm noktalarını belirleyen asıl öge kitlesel hastalıklardır. Bu manada hastalık, insanlığın küresel soğumadan kaynaklı tehditlerden kaçmak için Afrika’dan, küresel ısınmalardan kaynaklı olarak Asya’dan kaçışının da hikayesinin gerekçesidir. Ölüm görünür olduğunda ve sessizliğini bozduğunda yeryüzünü insanlığın uğultusu sarıyor. Tıpkı başka şeylerde olduğu gibi, görünmeden gelen tehditlere ses çıkarmıyor da göstere göstere gelenler konusunda yeri göğü inletiyor insanoğlu. Bununla birlikte ister doğal ister yapay, ister kasırga veya kavrulma isterse mikropların istilası biçiminde olsun her felaket bir kaçışı beraberinde getirirken sadece içinde bulunulan zamana özgü değil, sonrasına da kalıcı birtakım önlemler bırakıyor. Her felaket mevcudu silip süpürürken onun yerine yenisini koymadan gitmiyor.

Yerleşik hayata geçiş, varlığını doğal felaketlerdeki sosyolojik hareketlere, modernleşme ise yine Çin’den başlayıp Venedikli tüccarlar eliyle İtalya’ya, oradan da bütün Avrupa’ya yayılan bir mikroba, vebaya borçlu idi. Miladi 14. asrın ortasında, 1348’de İtalya’dan başlayıp Avrupa’nın neredeyse tamamını dolaşan veba mikrobu Hristiyanlık ve Ortaçağ Avrupa’sı ile Aydınlanma arasındaki en belirgin çizgiyi oluşturur. Bizim için tarih, Avrupa için bir tecrübe olan veba ile korona virüsü arasında sayısız benzerlik var. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da insanlar kendini virüsten korumak amacıyla evlerine, şatolarına çekildiler. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da sığınaklarına çekilirken büyük yığınaklar yapmayı ihmal etmediler. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da doğasına uygun biçimde gözle görünmeyen mikroplar maharetiyle “ölüm göstere göstere” gelirken insanlar onun göremeyeceği içgüdüsü ve yanılgısıyla evlerinin yahut kale duvarlarının gerisine çekildiler. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da panik, sağduyunun sahip olduğu bütün mevzileri ele geçirmişti. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da her geri çekiliş sadece kendi varlığını koruma, başkalarını en hafif tabirle unutma, ihmal etme psikolojisine dayanıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da insanlar ölümün bu belirgin gövdesinin altında kalma korkusuyla insanlıklarını unuttular, insanlık dışı ne menem yöntem varsa onlara sarıldılar. Ölüm, şehir kapılarından rüzgar gibi girerken hayat ve ona bağlı değerler göğe buharlaşıyordu neredeyse. Boccacio bu insanlık dışı manzaraları Dekameron hikayelerinde uzun uzadıya anlatır. Şehirlerin kapıları giriş çıkışlara kapanmış, korunak altına alınmış, dışarıdan içeri, içeriden dışarı bütün sızıntılar engellenmiştir. Vebayla karşılaşan bedenler sahip olduğu tazeliği bir anda siyah-gri arası mercimek büyüklüğündeki bir şişliğe, ardından neredeyse karpuz büyüklüğündeki bir tomara dönüşerek yere yığılıyor, cesetler bulunduğu yerden kaldırılamıyordu. Hastalık havayla bulaştığından bırakın birbirleriyle tokalaşmak, sarılıp öpüşmek, canciğer olduklarının bile ölülerinden nefretle kaçıyordu geride kalanlar. Sadece insanlar da değil üstelik. Ölülerin elbiselerini koklayan köpekler yere düşüp titreyerek kuyruklarını son kez havaya dikiyor, onunla oynamak için yaklaşan kediler, sessizce yere yığılıyordu. Yine, şimdi olduğu gibi ortalığı karaborsacılar kaplamış, yine şimdi olduğu gibi bir liralık mal bir günde birkaç yüz lira ederine çıkmıştır. Yine şimdi olduğu gibi stoklar bir günde bitirilmiş, derinlerde, mahzenlerde saklananlar ise zaten yoksul olanların alamayacağı, zenginlerin zenginleri soyması için orada bekletilmekteydi. Tıpkı şimdi olduğu gibi fırsatçılara iş çıkmış, felaketin nevzuhur tüccarları türemiş, yol kesmeler, gasplar, tecavüzler sıradan hadiselere dönüşmüştü. Belki biraz şimdikinden farklı olarak “madem ölüm geldi” hiç olmazsa bu kısa süreyi içinden geldiği gibi yaşamalı, madem kanun yok, kanunu kendin uygulamalı, madem hukuk yok, çalmalı, çırpmalı” gibi iç dünyalar içerilere hapsedilmiş ve üzeri derin toplumsallık, dinsellik, ahlaki katmanlarla örtülmüş kötülüğü ortalığa salmış, kötülük şaha kalkınca iyilik kuytulara sığınmıştır.

Dışarıdan bakınca herkes insan ama içerideki insan felaket anında görünür oluyor. İçerideki insanı dışarıya mikroplar çıkarıyor ne yazık ki. İyi veya kötü olduğunuzu mikroplar sayesinde öğreniyorsunuz. Dünyanın gücüne sahip ve ölmeyeceği hissiyle ayağını dünyaya sımsıkı basıp ölüm korkusunu yenmek için etrafını bütün tehlikelerden salim, steril bir ortam kuran Nemrut’un ölümünün mini minnacık, mikro bir sinekten oluşuna ne kadar benziyor değil mi postmodern zamanlarda bir virüse yakalanmak? Dışarıdan, göstere göstere gelen de, içeriden, sinsice yaklaşan da insanı korkutup kuytulara sığınmak zorunda bırakıyor. Dışarıdan gelen, nispeten ele güne karşı olduğu için doğal felaketlerde kaçış başkalarının yardımıyla yahut başkalarına yardıma koşarak olduğu halde, içeriden gelen felaketlerde ölüm ferman dinlemediği için başkaları kendiliğinden görünmez, daha başta silikleşip yok oluyor.

Bütün bunların ileri kapitalizmde bir karşılığı var. Bütün bunların artık insanlığı verdiği rehinde unutan büyük devletlerde bir karşılığı var. Bütün bunların kendisinin, bir tek kendisinin yaşamını garanti etmek için diğer bütün insanları saniyesinde yok etmekten kaçınmayacak canavar iç dünyalarda bir karşılığı var ve o da şu: Ortalığa bir mikrop salarak her toplumun insanlık derecesini ölçmek. Kuvvetli ve zayıf yanlarını rapor ederek ileride güdümlü virüslerle kolayca köleye dönüştürmek. Sevgili küçük virüs bundan böyle adın korona senin: Hadi bakalım, yolculuğa çıkma vakti geldi, insanı hayvandan ayıran çizgiyi belirlemeye ve insan türünün yeryüzünde ne kadar kaldığını öğrenmeye… Hadi virüs, çık ortaya ve dans etmeye başla. Bakalım kimler temkinli ve soğukkanlı, kimler ansızın kendini kaybediyor, kimler hıncahınç marketleri dolduruyor, kimler temkini elden bırakarak bütün bu olanlar olmamış gibi alık alık ortalarda geziyor. Kimler “bakın, insanlığım burada, derimin üstünde olduğu gibi kalbimin içinde de aynı” derken, başkalarının derisinin altından sayısız canavar dolduruyor sokakları… Hadi bakalım korona, müstakbel kölelerimizi gördür bize. Derisinin altında insanlık nabzı atan kimseler köle olmazlar vesselam, açlık korkusuyla marketlere koşmayanlar ve evlerinde sabırla bekleyenler kadarız, önlemini alan ve ölümden korkmayanlar kadar… Yeni bir çağa hazırlık yapıyorlar, Dijital Çağ’a ve bu çağın kölelerinin istatistik periferisi bütün bu yaşadıklarımız. Oyun bittiğinde göreceğiz, kaç kişiyiz ve ne kadar sağlamız?