Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Haziran 2024

​Körler pazarı

Geçen hafta okuduğum bir haber, insanın ve insanlığın nereye doğru gitmekte olduğuna yönelik fikrimi netleştirdi: Habere göre Ankara’da kozmetik mağazası indiriminde yoğunluktan dolayı kavga çıktı, insanlar birbirine saldırdı. O ruju ben alacaktım, o koku benim hakkımdı, o krem hayatımı kurtaracaktı… İki grup arasında çıkan kavgada taraflar birbirine buldukları nesneleri fırlattı, izdihamdan dolayı olası bir kitlesel facianın önüne zor geçildi. Üstelik bütün bunlar, gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde İsrail’in kitlesel katliamlar yaptığı bir dönemde oluyor. Üstelik orada, hemen yanı başımızda insanlar diri diri yakılır, aç aç toprağa gömülürken oluyor. Üstelik annelerinin üstüne bomba yağdığı için –hasbelkader o bombalardan kurtulmuşlarsa- süt bulamayan bebekler de açlıktan ölürken oluyor. Ve biz, İsrail karşıtı bir gösteride değil, kozmetik kuyruğundaki izdihamda birbirimize şişe fırlatıyor, o kremi alamadığımız için birbirimizin gırtlağını sıkıyoruz. Bu olay, toplumun nereden nereye doğru savrulmakta olduğunun en büyük göstergelerinden biridir kuşkusuz. Hastalık dışarıya kızarıklık veya sivilce olarak vurur. Kitlelerin dikkat noktasının AVM’lere, orada da kozmetiğe yöneldiğinin en belirgin göstergesi gibi görünen bu olay, iç dünyalarımızın da, insanlığımızın da nereden nereye savrulduğunu gösteriyor.

Gösteri çağında yaşıyoruz. Kararlarımızın, yargılarımızın mercii gönül olmaktan çıktı, hatta akıl bile değil artık: Hayatımıza gözlerimiz yön veriyor ve o da deriden yol bulup içeri giremediği için dünyanın yüzeylerinde dolaşıp duruyoruz. Hiçbir meselenin künhüne vakıf olamadan, hayat ile ölüm arasındaki meselelerin ardındaki hakikatleri bilemeden göçüp gidiyor birçoğumuz buradan. Olağanüstü bir yüzeysellik hastalığı var. Kitleler olayları, insanlar durumları hep yüzeyinden anlıyor. Anlamak hiçbir zaman kavramaya, kavramak hiçbir zaman fikir üretmeye dönüşmüyor. Yazık ki siyasetten topluma yüzeysellik pompalandıkça durumun vehameti daha da artıyor. Burada elbette yüreğin daraldığı yere hırsın, zihnin daraldığı yere bencilliğin girmesinin büyük payı var.

Son aşamada her insan hayata tutunduğu ipi sağlamlaştırmak, dokunduğu yeri kuvvetlendirmek, baktığı yeri berraklaştırmak için gelir. Başlangıçta bulanık olan berraklaşıyor, çürük olan sağlamlaşıyor, güçsüz olan kuvvetleniyorsa hayatımızın bir anlamı var demektir. Ve bütün bunları, inşa ettiğimiz benlikler üzerinden gerçekleştiriyoruz. Toplumlar, kurumlar, inanç sistemleri, öğretiler, ahlaki tasarruflar, fıtratta zaten var olan cevheri dışarıya çıkarmanın, onu harekete geçirmenin vesilesi oldukları sürece sorun yok. Ancak ne zaman ki insanı insan yapan bu değerler tersine işler, işte o vakitten sonra artık çöküş kaçınılmaz hale gelir. Günümüzde siyaset yüzeysellik pompalıyor, kitleler fast food üretimlerin peşinden koşuyor, bireyler tüketime, seyirci olmaya ayarlanıyor, gücünü fıtrattan alan ahlaklar derinlerini yitirerek tek kişilik meşruiyet pıtrakları üretiyor ve insandan geriye sadece eyleyiş posaları kalıyor. Yaşamıyor; sürünüyor, takla atıyor, yapışıyor, dağılıyoruz: Bu noktadan sonra insana elindeki o buruş buruş posayı inceltmenin, onu süsleyerek ömrünü uzatmanın, parlatarak tedavülde tutmanın peşine düşmekten başka bir şey kalmıyor. İşte kozmetiğe yönelen psikoloji ilhamını buradan alıyor.

Öz sukut edince gövde daha gösterişli görünür. Suyunu yitiren öz kabuğa vurgu yapar. Derinlik kayboldukça genişleme kendini gösterir. Bilgi azaldıkça izlenimler onların yerini alır. Ruh güzelliği geri çekildikçe beden güzelliği bir tamir mekanizması geliştirir. Varlığını tamamen kozmetiğe adayan bir kurgunun bilimle, bilgiyle, fikirle, duyguyla her hangi bir temas noktası kalmamıştır. Yapay üretim çağı olan postmodernizm bize bunu söyler: Gerçeğini kusursuzca temsil ediş, onu öldürmenin bir başka yoludur ne yazık ki. Gerçeğiyle ayırt edilemeyen çiçek kokmaz ama görüntüsü aslını unutturur. Gerçeğin üzerine sürülen kozmetik de böyledir: Mesele dudağı olduğundan daha hoş göstermek midir, onun üzerini kapayarak yeni bir dudak alanı yaratmak mı? Cildin eksiklerini tamamlamak mıdır, onun üzerine yeni bir cilt eklemek mi? Karakterin zaaflarını gidermek midir, onun üzerini kapatarak yeni bir kişilik oluşturmak ve onu tamamen inkar etmek mi? İnkarı kozmetikten daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Ve inkar, bu dünyadaki kötülüklerin ortak noktasıdır: Tarihi inkar, şimdiyi onun üzerine abandırmakla gerçekleşir; toplumu inkar, kendini onun yerine koymakla; sanat ve edebiyatı inkar, onun yerine onun gibi olduğuna inandırılan saçma sapan üretimlerle; inancı inkar, içinden geçenler ile söze dökülenler arasındaki mesafeyi açmakla; değeri inkar, onun işaret ettiği kavramı zehirleyerek göstergenin içeriğini boşaltmakla; niteliği inkar, niteliksizliği onun tepesine geçirmekle, amir kılmakla; bedeni inkar, birkaç gün önce Ankara’da olduğu gibi kozmetik kavgalarıyla…

İnkar aleniştikçe hakikat görünmez olur. Körler pazarında ayna satanlar elbette elleri boş dönecek.