Korku Tünelinde Anne Olmak
Uzaklara çevirdiği bakışlarını "bizim zamanımızda" ile başlayan cümlelere katık ederek, derin derin iç çeken büyüklerimizi anlamakta zorlandığım zamanları hatırlıyorum. Bedenime, kendini ifşa etmek istemeyen bir bezginlik yayılır, çoğunlukla karşıdakini kırmamak adına merak kılığında dışarı yansırdı.
Bizim zamanımızdau2026 ile başlayan cümleler ruhuma, acziyetten kopmuş bir eziyet gibi görünürdü. Zamanı, mekanı ve seyri inşa eden de insan değil miydi? Sahi insan bu kadar aciz miydi?
Aynı öfkenin bir benzerini, evlatlarından iki satır sohbeti esirgeyerek onlara bir buket sevgi sunmayı erteleyen, belki de üşenen anne babaların sesli kelimelerle zamanı ve sistemi mütemadiyen eleştirişlerine karşı da duydum. Ömrümce gel-geç duyguların, kelime savaşlarının, sabır ve hoşgörü törpüsü zayıf kimseler için harcanan tahammül gösterilerinin evlatlarımız için sergilenmediğini savundum. Şu dem de emanet şuuruna layıkıyla sahip olamadığımıza inanmaktayımu2026 Fakat iddiasıyla sınanan yahut iddiasından vurulan bir insan için belli kelime ve arzulara fazlaca tavırlı olduğumu kabullenereku2026 Çünkü ben de iddiamla sınandım.
Son zamanlarda hangi kanala, hangi kanalda bir diziye tevafuk etsem, "ah" ile başlayan, "keşke" ile devam eden ve "bizim çocukluğumuzdau2026" menzilinde duran cümleler kaçışıyor içime, durduramıyorumu2026 Kaçmak faydasız; sesimle itiraf edemediğim, her defasında sözüme döküldüğü içinu2026
Bir ömre adanan aşkların, ayrılıkların bembeyazını anlatan filmlerimiz vardı bizim. Ailelerimizle birlikte seyrederken içeri gitmek yahut utanmak lüzumu duymadığımız filmlerimizu2026 Ediz Hun'u, Hülya Koçyiğit'i, Türkan Şoray'ı, Kartal Tibet'i, Filiz Akın'ı izlerken, cümlelerindeki o saf nezaketin gönüllerimizi doldurduğunu hissederdik. Belki de günümüze göre fazla çocuktu, çocuksuydu fakat daha anlamlı, daha sıcak, daha dopdolu bir şiiri anlatırdı o çekimleru2026 Büyüdük. Şartların ve imkanların büyüdükçe bir huzuru, bir samimiyeti, bir şeffaflığı büyütmediğini gördük. Manevra alanı genişledikçe samimiyet çemberi daralıyormuş, ne garip!
Çok da uzun değil, daha yirmi sene önce böyle karanlık durmuyordu yarımşar, birer saat izinler alarak derslerden arta kalan zamanlarda nefeslenmek maksadıyla koştuğumuz sokaklar. Onlar bizim çocukluğumuzun tehlike ve tehdit dehlizleri değil, oyun ve dinlenme molalarıydı. Elbette tembihler eşliğinde çıkardık dışarıya fakat en büyük kaybımız masum küslükler edinerek dönmekti evlerimizeu2026 Bir gün, çocuklarımızı ve gençlerimizi dünyanın kirli sokaklarından korumak için sanal hayatın tehlikeli sokaklarına bırakacağımız söylenseydi inanmazdık hiçbirimizu2026 İçeridekinin dışarıdakinden daha büyük bir tehlike taşıyacağına inanmadığımız gibi.
Kalbimdeki en acı mukayeselerden biri de bugün korktuğumuz yollardan yürüyerek gidebilmemizdi okul sıralarınau2026 Şimdilerde anne babaların korkulu rüyası olan taciz ve istismarlar o kadar arttı ki bırakın servis araçlarına güvenmeyi özel arabalarımıza hapseder olduk sıcacık avuçlarından endişeyle tuttuğumuz canım evlatlarımızıu2026 Kulun tedbirini, Mevla'nın takdiri önüne koyduk. Nereye kadar?
Film gibi seyrettiğimiz, masal gibi okuduğumuz haberlerin en gerçek yüz ifadesiyle karşımızda durabileceği gerçeğinden nereye kadar kaçabileceğiz örneğin? Nereye kadar "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" düşüncesindeki ısrarlı duruşumuzdan çekilmeyeceğiz? Suni gündemleri bırakıp gerçek meselemiz olan evlatlarımız için nereye kadar ciddi girişimlerde bulunmaktan uzak duracağız?
Tertemiz bir iklimde büyüttüğümüz güzelim evlatlarımızın yüzüne, ölünceye dek titreyen bir gönülle, korku ve sancı dolu haletle bakacağımızı artık biliyorum. Bu, duyarlı bir gönle sahip olanlar için eksilmeyecek hiçu2026 Sözde şart ve imkanlar büyüdükçe hassas gönüllerin endişeleri de büyüyecek. İçinde vahşet taşıyanların toplum önünde hak ettikleri cezaya maruz kalmadıklarını gördükçe büyütecek korkularını onlar.
Peki dehşet çıtasının tüm insanlığı yutabilecek bir hale bürünmesini mi bekleyeceğiz hep? Sadece beklemek ata mirasına ve yarınlarımıza haksızlık etmek sayılmaz mı?
Bu devlet; gençliğin ve çocukluğun kanına zehir enjekte eden, onları ve ailelerini dünya hayatında derin bir mutsuzluğa iten sadist ruhlar için ciddi yaptırımlar almaktan kaçındıkça ve bu millet "idam" ı unutulacak bir nakarat olarak seslendirmeye devam ettikçe büyüdüğümüzü zannederken cılız bir yarının ellerini tutacağız sadeceu2026 Yarınlarımız küçülecek, büyüyecek acılarımızu2026
Sadece anne babaların değil, öğretmenlerin, doktorların, yazarların, fikir mimarlarının hülasa bilumum uzmanların geçici gündemler üzerinde durmayı bırakıp çocuklarımız ve gençlerimiz hususunda ısrarlı bir çaba sergilemeleri şarttır. Bu, Hakka ve halka olduğu kadar kendimize karşı da vazifelerimiz arasındadır.