Korku
Sevgi kadar
kıymetli bir duygudur. Hem bedenimizi hem de vicdanımızı korur.
İnsan olduğumuzu bize
hatırlatır.
Başkalarının insan olduğunu
unutturmaz bize.
Canımızı korur cam gibi
kırılacak olan bedenimizde.
Korku yönetilmezse esaret
altına alır bizi. Yönetildiğinde en güzel hürriyetimizdir bizim.
Korkuyu,
insanları birbirine yaklaştıran, birbirinden uzaklaştıran bir duygu olarak
görmek, çift boyutlu bir heyecan olarak değerlendirmek, bireyi dış uyaranlara
karşı koruyan ve ikaz eden, sevgiye dönüşen bir motif ve normal duygular
arasında bir heyecan saymak gerekir.
Korku
irdelendiğinde merkezinde bireyi koruma gereksinimi ve vücudun istenmedik
davranışlara karşı gösterdiği tepki görülür. Bilhassa gerçek korkular olarak değerlendirilen ve kendiliğinden ani olarak
beliren bu duygunun doğasında vücudun temel gereksinimleri vardır. Zihinsel ve
duygusal gelişimin bir belirtisi olan korku aynı zamanda yaşama isteğinin de
davranışlara yansımasıdır. Korku bazen korumak
içindir.
Korkuyla
ilgili birçok bilimsel araştırmanın merkezine oturtulan en önemli problem, korkunun mu şiddeti veya şiddetin mi korkuyu doğurduğudur. Bunun
tespiti için psikolojik çözümlemeler yapılır. İnsanın yaratılıştan getirdiği
yetiler sorgulanmaya başlanır. Bu sorgulamaların başında da insan kurt mu, koyun mu anlayışı
gelir. İnsanın hem kurt, hem koyun olduğunu düşünenlerin yanında ne kurt ne de
koyun olduğunu savunanlar ağırlık kazanır. Bütün bu tartışmalar devam ederken
Hobbes, insan insanın kurdudur (homo
homini lupus) düşüncesiyle kafaları karıştırır. Bu tartışma uzun bir süre
devam eder ancak bu da sonuçsuz kalır.
İlim
dünyası insanın doğası ve beraberinde getirdiği iki temel yeti olan iyilik-kötülük üzerinde sürekli fikir
yürütür. Bu duyguların doğasını çözümleyemeyen ve insanı anlayamayan marjinal
yorumlar insanın, iyiliği ve kötülüğü doğuştan getirdiğini ileri sürerek
gelişme ve değişmenin önünü keser. Belirli bir süre devam eden bu fırtına,
akl-ı selim hâkim olunca şiddetli eleştirilerle sonuçsuz kalır. Özellikle
insanların kötü olarak doğamayacağını savunan bilim adamları, kötülük yetisinin
aynen iyilik gibi sonradan kazanıldığını uzun deneysel psikiyatrik çözümlemelerle
ortaya koyarlar. Bu görüşü savunan önemli bilim insanları özellikle iyilik ve
kötülük yollarını insanların kendilerinin seçtiğini söyler. Bu uzun klinik
deney ve ruh çözümlemelerinden sonra insanın içindeki yıkıcı güç ve şiddeti
yapıcı bir enerjiye çevirmenin de zor olduğunu belirtirler.
Bilimsel
araştırmaların ortaya koyduğu gibi aslında korkunun doğasında organizmayı
koruma duygusu yatar. Bu duygunun gerçekleşmesi için organizmanın, karşılaştığı
tehlikeleri yok etme veya ortadan kaldırma tepkisi bir karşı eylem olarak
doğar. İşte bu eylem genelde şiddet
olarak algılanır.
Şiddet
bilinçli ya da bilinçsiz olsun insandaki yıkıcılığı gösterir. Bu yıkıcılığın
temel hareket noktası hayatta kalma ve yaşama sevincini devam ettirme olarak
karşımıza çıkar.
Bazen korkunun
sonucu olarak ortaya çıkan şiddet çok farklı şekillerde bireyin davranışlarına
yansır. Bütün bunlardan bahsetmek yerine herhangi bir şekilde bir iktidar elde
etmek isteyenlerde çok rastlanan, özellikle engellemeden doğan korkunun
dönüştüğü tepkisel şiddetten
bahsedebiliriz.İnsanlık bunun
ayırdını tam yapamadığından hürriyete giderken esir alınır.
Tepkisel şiddet,
örneğinçocuklarda davranışlara
yansıma ve dışa vurumunun baskın özelliği engellemeler ve gereksinimlerin
yerine getirilmemesi olarak görülür. Çocuğun ısrarla elde etmek istediği bir
durum veya nesne herhangi bir şekilde engellenirse bu durum karşısında
kişilikle orantılı olarak, çocuk bunu gerçekleştirmek için bilinçli veya
bilinçsiz şiddete yönelir. Bu şiddet eylemsel boyutta olduğu gibi söz ve
ifadelerle de gerçekleşebilir. Elde edemeyen veya takındığı tutumu
gerçekleştiremeyen çocuk, yıkımı en kolay ve doğal yol olarak görür. Güçlü gibi
kendini gösterse de aslında acizliğini ve güçsüzlüğünü bir kez daha ortaya
koyar.
Çocuğun
inancının yok oluşu da şiddete yönelimi güçlendirir. İnancın yok oluşu sadece
Allah inancın kayboluşu olarak değerlendirilmemeli. Burada düş kırıklığı başta
gelir. Bunun başında da aile içinde ebeveynlerin birbirine ve çocuklarına karşı
tutumları yer alır. Özellikle anne ve babanın tutumu, hastalıklar, ölüm,
gereksinimleri elde edememe ve dış çevrenin birbiriyle örtüşmeyen olayları
çocuktaki Allah inancının da yıkılmasına neden olabilir. Düş kırıklığı yaşayan
bireylerde yıkıcılık umutsuzluğa oradan da nefrete dönüşebilir.
Mesela
bir gazetecide korkunun tepkisel şiddete dönüştüğü zaman kaleminin de
kirlendiği andır. Çünkü muhalifinin hayat hakkını elinden almak için tepkisel
şiddetle en yıkıcı konumda olur. Düşüncesi derinliği kaybetmiş, marifeti kirli
malumata dönmüş, ruhu bedeninin arzuları ıstırabıyla korkunç bir işkencede
kalmış durumdadır. Her konuşması yıkım her yazısı tepkisel şiddetin
yıkıcılığının ateşini harlar.
Örneğin
korkusunun koruma duvarları yıkılmış ve tepkisel şiddetin yıkıcılığının
labirentleri içinde dolaşmaya başlamış bir muhalifin veya muktedirin sadece
aklı değil duyguları da rotasını kaybeder. İktidarı elde edememe veya kaybetme
korkusu sürekli ona yanlış yaptırır. Bu duygu histerik olmaktan çıkar paranoyak
bir hal alır. Hatta hüzün çukurlarında fazla yıkıcılık göstererek derin bir
hiçlik duygusuna neden olabilir. Muhalifi muvafığı bu durumda etrafına
güvenmez, onların fikirlerine karşı imiş
gibi davranır. Ve yalnız kalır. Artık korkusu onu sarmış ve tepkisel
şiddetinin yıkıcılığı etrafında kimse bırakmamıştır.
Örneğin
bir artistin, bilim insanının, şöhretin afetinde lezzet alanın, evdeki
iktidarın sadece kendine ait olduğuna inan babanın, iş yerindeki tek gücün
kendisi olduğunu farz eden patronun, elindeki silahın veya kalemin gölgesinde
kalan şahsiyetlerin korkusu onların vicdanlarının terazisi olmaktan çıkıp
yegâne iktidarlarının kalkanı olmaya başlayan tepkisel şiddete dönerse yaşamlar
hiçbir dönemde olmadığı kadar bir yıkıcılık serüveniyle karşı karşıya kalırlar.
Evet korku korumak içindir ve en az sevgi kadar değerlidir. An şart ki duyguların adalet terazisinde şirazesini kaybetmemiş ola ve kefesine şiddeti ağırlık olarak almaya.