Korkaklığın sefaleti
Cesaretin zıddı, korkaklıktır. Yani, bilerek veya bilmeyerek tehlikeye atılmaktır. Akla uygun olmayan ve akıl tarafından onaylanmayan atılganlık zarar getirir. Aslında bu iki durum, insanın ruhunu ve bedenini, düşüncesizce ve boş yere telef etmekten başka bir işe yaramaz.
Yiğitliğin karşısında mevzilenen korkaklar, gösterişin geçici hazlarına talip olurlar. Onlar şecaat erdemini elde edemezler, çünkü tehlike karşısında sinerler.
Korkakların bu tür davranışları ancak servet ve makam elde etme ihtiraslarının sonucudur. Mal ve makamını kaybetmek korkusu ise ölüm gibidir; cesaret erdemi ve akıl vasfını yok eder. Bu marazi halin adı, korkaklıktır.
Güçsüzlerle savaşmak, korkakların işidir. Yiğit ve erdemli kahramanlar, cesaret diyarının mensuplarıdır. Onların varlığı, melun ve zâlimlerin korkusudur.
Örneğin; İsrail’in, Kudüs’te, Müslüman yiğitlere yönelik, baskı, şiddet ve zulümleri insanî sınırları aşmış katliama dönüşmüştür. Arakan’daki Müslümanların ise, soykırıma tabi tutulması, zulmedenlerin/korkakların acımasızlığını göstermektedir.
Şecaat sahibi; Hz. Eyüp gibi, şiddetli acılara katlanır, bela ve musibetlere sabreder. Korkak ise, cesaret ve kahramanlığın gerektiği yerde sessiz, sönük ve donuk bir şekilde hiç tepki göstermez ve hareket etmez. Durgunluk gösterip, korkunun esaretinde kalan zavallılar, nefis bakımından alçak bir seviyededirler. Helal bir rızıkla hayatını sürdürmeyen korkak, insanların kendisi hakkında olumsuz düşünmesine de sebep olur. O, işlerinde sebat göstermeyerek kararlı ve azimli bir tavır sergilemez. Tembellik ve gevşeklik, onun karakteri haline dönüşmüştür.
Zorluklar karşısında sabır gösteremeyip kaçmak, akıllı, zeki ve mahir insanların özelliği değildir. Onlar bilir ki, tahammül ve kararlılık/azim, ölüme sebebiyet vermez. Zira ölüm, yani ecelin –Allah’ın dilemesi dışında- öne alınması ve geciktirilmesi imkân dairesinde mümkün değildir. Hatta bazen kaçış helak ve telefe; sebat ve metanet göstermek ise, zafer ve şerefe vesile olur.
Arsızlık ve hayâsızlık, korkunun yandaşlarıdır. Korkunun tedavi edilebilmesi, diğer bedenî ve ahlâkî hastalıklar gibi, sebebinin kaldırılmasıyla mümkün olur. Durma ve susmanın zararlı ve zelil bir tavır olduğu konusunda, nefsi ikaz etmek ve uyarmak gerekir. Sabır ve sebat erdemini kazanmak için, tehlikeleri göze almak lazımdır.
İlahî ilke, sabır ve sebatla güçlenmiş olan cesaretli inanç sahiplerini, “müminlere karşı alçak gönüllü; kâfir ve zâlimlere karşı ise güçlü ve onurlu” olmaya davet etmektedir. İnanç sahipleri, kendilerini yerkürenin efendileri zanneden zâlim güçlere karşı, izzet sahibi aziz duruşlarını her zaman göstermelidirler.
Mekke’de üç yıl süren -ve bugün ülkemize ve İslam dünyasına yönelik yapılan- dünyevî boykot ve ekonomik baskılar, Müslümanı, davasından ve davetinden asla vazgeçirmemelidir. Umutsuzluğun ve yeisin kendisine haram olduğunu bilen inanç sahipleri, yılgınlığa düşmemeli ve teslim olmamalıdırlar. Ruhlarını ve bedenlerini, yeryüzünün ne sanal ne de gerçek güçlerine satmayarak inançlı bir direnişin temsilcisi olmalılar.
Gerçek güç ve kudret, Hâkimler Hâkimi Aziz Allah’tır. “Kınayıcının kınaması”ndan korkmayan yiğit ve cesur insanlar, Allah’ın fazlının ve inayetinin gerçek muhataplarıdır.
Allah’ın kudret ve gücü, şeytanı ve dostlarını korkutur. İnananlar, ancak Allah’tan -O’nu severek- tazimle korkarlar. Allah korkusu, cesur ve yiğit insanların en büyük gücüdür. Allah, onlar için zafer ve galibiyet seferindeki en büyük tek Vekil’dir. Nitekim, Mute Savaşı’nda üç bin kişilik İslâm ordusu, yüz bin kişilik Bizans ordusuna karşı galip gelmiştir.
Önceki ümmetlerin başlarına gelen ağır imtihanlar, şimdiki ve gelecekteki tevhid ümmetinin de başına gelecektir. Nefis ve hazlarının kölesi olmayarak Allah’ın imtihanını kazanan cesur insanlar, her dâim var olacaktır. Korkaklar ise, nefis, şeytan ve hazlarının kölesi olmaya mahkûm kalacaklardır.