Köpük ve tikelden tümele
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi gazete ve dergilerine baktığımda, sorunları gerçekten tartışan bir içerik ve kaliteli yazılarla karşılaşırım. Bugün ile karşılaştırdığımda, gazete ve dergilerimizin bazı açılardan irtifa kaybettiğini söylemek mümkün. Ama bir konu daha var; o da aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen tartışılan konuların değişmemesi.
Bugün gerek gazete gerekse dergi ve online platformlardaki tartışmalarda üç tür yazı görüyorum. Birinci tür; daha çok gündelik hayatın ve politikanın köpük kısmında kalanlar. İkinci tür; Meselelerin zihni ve derin arkaplanlarını ihmal ederek tikel sorunları tümelliklerinden kopuk biçimde tartışanlar. Üçüncü tür ise, aslında sorunların kültürel, zihni ve tarihsel arkaplanlarını dikkate alarak tümelliklerden başlayan tartışma yapanlar. Doğrusu bugün en fazla birinci ve ikinci türden yazılar hakim. İrtifa kaybı da buralarda yaşanıyor. Üstelik bu kayıp, hem yazar hem de okur tarafında yaşanmış görünüyor.
Böyle bir giriş yapma gereği duymam, yazılarımın bazı mecralar tarafından gündem dışı görülmesi sebebiyledir. Sorun şu ki, tümelliklere ve zihniyet problemlerine baktığımızda yazılarımın son derece güncel olduğunu söyleyebilirim. Fakat bizden köpük kısmına girmemiz, popülerleştirmemiz beklenmektedir. Tabii ki böyle bir beklentiye cevap vermeyeceğim.
Son zamanlarda yaşadığımız sorunlar ve onlara dair yazılanlara bakıldığında, meselelerin büyük oranda ne kadar günü kurtarmaya yönelik olduğunu kavramak zor değil. Tarafgirlikler hakikatin üzerini o kadar örtüyor ki, meselelere bir ilkeden ya da hakikatin zaviyesinden bakabilmek giderek zorlaşıyor. Şimdi tüm tarafgirliklerden kurtularak (parti, mezhep vb.) akl-ı selim ile düşünmek ve üretmek vaktidir.
Şimdi bu zaviyeden bazı temel sorunlarımıza bir bakalım. Meselâ; giderek toplumda varolan ayrıştırıcı söylemlerin yaygınlaşması, parti, din ve mezhep ayırt etmeksizin tüm Türkiye toplumunun ve giderek tüm insanlığın bir sorunudur. Eğer sorunlarımızı halletmek istiyorsak, önce aynı toplumda yaşayan insanlar olarak birbirimizin yaşam tarzına, söylemlerine ve haklarına saygı duymak zorundayız. Ayrıştırıcı söylem, uzun vadede Türkiye’nin kırılganlıklarını artıran ve dışarıdan saldırılara bizi daha açık hale getiren temel bir sorundur. Aynı şeylere inanmayabiliriz, ama uzlaşma noktaları yakalamamız gerekmektedir. Siyasetin, kültürün, dinin dili de bu uzlaşmacı kültürü benimsemelidir.
İkincisi, yaşadığımız sosyal, siyasal, ekonomik vb. sorunlar karşısında, toplumda bir reform yapmak gerekiyorsa, bunun tüketicilikten üreticiliğe doğru bir kültür ve zihniyet reformu olduğunu bilmeliyiz. Küresel dünyada farklı güç odakları mevcuttur. Türkiye’nin güçlü tarihsel ve kültürel arkaplanı olmakla birlikte bugün farklı kırılganlıkları mevcuttur. Küresel aktörler dediğimiz ülkelerin güçlerini öncelikle üreticilikten aldığını görmeliyiz. Söz gelimi; Çin bir üretici güç olarak dünyadaki yerini almıştır.
Burada temel soru(n); insanların üretici zihniyeti ve kültürü kaybetmeleridir. Bu kayıp, neticede gündelik hayata bakış ve perspektifi de her açıdan belirlemektedir. Bu açıdan kırılganlıklarımızı ve sorunlarımızı nasıl aşacağımızın temel cevabı da burada yatmaktadır. Bu bağlamda, eğitim üzerinde niçin çokça durduğumuz da anlaşılacaktır. Tam da bu sebeple, eğitimde model aramaktan vazgeçerek, eğitimin hangi temel ihtiyaçlarımıza ve değerlerimize dayanması gerektiği üzerinde durmalıyız.
Üstte görünen sorunlar, alttaki zihniyet ve kültürel kodların değişiminin bir sonucudur. Dolayısıyla tikelleri çözmek, tümellere odaklanmayı öncelikle gerektirmektedir.