Konya’dan Hüzünlü Dönüş
Güney rüzgârlarının delice estiği ve sıcakların tâ ikindi vakitlerine kadar tepemizde hissettiğimiz bir Ağustos günü yola çıkmaya karar vermiştim. O günün hemen akşamında daha doğrusu geceye yakın bir saatinde yola çıkacaktım. Günün sıcaklığı yolculukta hiç çekilmezdi. Hele zamanı verimli kullananlar, vakti dar olanlar için hiç tercih edilmez.
Yolculuk için vakit gelmişti. Şehrin kuzeyinden kavşak noktalarına doğru yalnızlık durağına varmıştım. Bu yalnızlık durağı şehirlerin otogarlarına kendimce verdiğim bir isimdi. Bir başka şehre varana dek bu ismi yanımda taşıyacaktım amansız özlemlerle birlikte.
Konya’ya doğru yol alıyorum…Bir gün öncesinde gördüğüm rüya ve yolculuktaki mecarelar hüzünlü bir mektubun başlangıcı gibiydi. Hüzünlü mektubu şimdi açmayayım... Sabah oluyor, uyanıyorum. Otobüs muavini Konya’ya geldiğimizin haberini veriyordu. Sıcak bir iklimden mutedil bir iklime geldiğimi Konya otogarında inerken anlamıştım. Sessiz ve sakin bir Konya sabahında beni alacak arkadaşları beklemiştim. Bir gün öncesinde de Konya’ya geleceğimi bir iki dostuma mecaz dairesinde iletmiştim. Sabır diyarından Şükür diyarına selamlar iletmiştim.
Bir Konya sabahında az sonra otele geçmiştik. Orada ilk işimiz kahvaltı yapmaktı. Daha sonra da sevdiğimiz insanlarla oturup kalbimizin ve ruhumuzun hâli hakkında gitgide koyulaşan ve usulca derinleşen sakin muhabbetlere dalmıştık. Çayları doldurmak için acelemiz yoktu. Urfa’dan, Maraş’tan, Payitahttan dostlar gelmişti bir bir. Otogardaki suskunluğum bir sıla-i rahm coşkunluğuna ermişti.
Bir gün öncesinde sevdiğimiz insanlar uzakta. Yakınımızdakileri de sevmek için uzaklaşmak lazımmış, demiştim. Beni bu yaz sıcağında Konya’ya götüren neydi sorusuna cevap bulmuştum aslında. İnsanlar neyi ararlar bu şehirde. Bir vakitler çarşılarında ve sokaklarında Mevlana’nın Şems’i aradığı vakiydi. Şimdi biz, birbirimizi aramış ve bulmuştuk burada. Bizim de aradığımız bu olsa gerek. Velakin bizim aradığımız bakiydi.
Biz Konya’da buluşan arkadaşlar olarak Konya’da dostlarımızı da arayacaktık. Biz madem bir birimizi bulmuştuk. Daha doğrusu kendimizi bulmuştuk.Onları da bulacaktık. Mevlana ve Şems muhabbeti onlarda daha koyu idi. Daha evvelden bu şehirde muhabbet ehli çok insan tanıdıydım. Davasına, tefekküre adanmış dostlar muhabbet iplerimizi pekiştiren dostlardı. Şehirlerdeki manevi inşa onlar üzerinden inşa edilirdi. Şehirleri haramilerden, kötülüklerden, karanlıklardan kurtarır bu insanlar. Bir nur parıltısı bir rahmet yağmuru misali...
Konya’da bu dostlardan bir dost daha vardı. Onu ismen biliyor ama tanışmak ve muhabbet etmek ancak o güne kısmet olmuştu. Abdullah Gencer Hocanın İsmini Konya’da bilenler bilir. Mevlana’yı, Mevlevihane’yi, Mevlevi dervişlerini, Konya’yı ve tarihini bir hikâye tadında anlatımı vardı. Hikâyeden ziyade şiir gibiydi anlatımı. Mevlanâ müzesi ve çevresini Selçuklu’dan Osmanlı’ya dek uzanan bir kültür dairesinde anlatmayı çok seviyordu. Mevlana Müzesinde kimin kabri var kimin yok hepsini tek tek bilirdi. Üstad bunları anlatırken bende de ona karşı bir “Bağlanma” olmuştu. Nuri Pakdil ağabeyin Merhum Gemuhluoğlu üstadımız için “Bağlanma”sına benzerdi bu... O, Mevlevi dervişlerin seyr-i sülüklerini anlatırken şimdi ki âzade ve nereye gittiği belli olmayan gençliği düşündüm. Acaba dedim büyüklerimiz bu gençleri hiç olmazsa bir tiyatro tadında “bağlanma” modunda bir “derviş” yapabilirler miydi?
Gönül isterdi ki Abdullah Hocamızla tekrar hasbihal edelim. Fakat kaderin üstünde bir kader ayırıyor yollarımızı. Konya’dan ayrılırken kıymetli dostum Bekir Şahin Hocamızdan acıklı bir mesaj gelmişti. Daha doğrusu telefonuma gelen mesaj bir gün önceden gelmişti. Ben ise sabaha doğru vardığım menzilimde yol yorgunluğundan dolayı ancak bir sonraki gece telefonumu açmıştım. Acıklı mesaj aynen şöyle idi.
“20. Dönem Refah Partisi Konya Milletvekili kıymetli kardeşim Abdullah Gencer’in vefatını teessürle öğrendim. Merhuma Allah’tan rahmet, sevdiklerine baş sağlığı dilerim.”
Ve ardından bir mesaj daha.
“Mevlana müzesinde toplu bir fotoğrafımızla birlikte yazılmış. Hafifçe gülümsemiştin bu resmi çekerken ben. Ne bilelim ki son gülüş olacağını? Devamı cennette olsun inşallah. Doluydun, ilimle, imanla, irfanla, dolu dolu yaşadın, iyilikler yaşattın bize… Çok erken gittin, biz kaybettik bir can dostumuzu; seni... Sen kazandın cenneti ve seni gerçekten seveni. Ruhun şad olsun, kalbin pür nur, makamın cennet olsun.”
Abdullah Hocamız aramızdan ayrılıp gitti. Tekrar gidemedim Konya’ya en azından veda töreninde vedasız ayrılışına şahit olacaktım. Sadece kıymetli dostu ve dostum Konya Cihannüma başkanımız Av. Ömer Faruk Seleş’e baş sağlığı telefonu açtım. Bekir Şahin hocamızın telefonu kapalıydı. Vefatından bir gün önce Mevlânâ makamında hamuş olup onu dinlemiştik. Urfa’ya geleceğim diyordu. Makam-ı İbrahim’i çok özledim, diyordu. Urfa’daki diğer dostları da çağır diyordu. Akşam bir irfan meclisi kuralım diyordu. Onun bu sözlerine en az benim kadar Bekir Şahin Hocamız da duymuştu.
Hep arkasından konuşuruz ölümün. Önünden geçmeye bir türlü cesaretimiz yok, demişti bir dostumuz. Ama bu sefer Abdullah Gencer Hocamız, bütün bir ömür azığını heybesine koyarak önüne çıktı ölümün. İnşallah menzili cennet-i âlâ olmuştur. Ruhu şad olsun. Dostların ve ailesinin başı sağolsun. Konya’dan hüzünlü dönüşümüz böyle oldu.