Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.71
Gram Altın
2958.44
BIST 100
9611.95
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

KONYA'DA AVRUPAMERKEZCİLİK

Geçtiğimiz hafta sonu Konya, önemli bir konu olan Avrupamerkezcilik tartışmasına ev sahipliği yaptı. İlem (İlmi Etüdler Derneği), Selçuk Üniversitesi ve Konya Büyükşehir Belediyesi'nin ortak katkılarıyla düzenlenen ve "Avrupamerkezciliğin Ötesi" başlığını taşıyan çalıştay iki gün sürdü. Bu büyük organizasyonun organizatörlüğünü dostlarım Mustafa Demirci ve Lütfi Sunar gerçekleştirdiler. Ayrıca Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler daire Başkanı Mücahit Sami Küçüktığlı bey de bu tür toplantıların anlamını bilen ve katkı sağlayan nadir insanlardan birisi. Ben hepsine teşekkür ediyorum.

Önce şuradan başlayalım; neremize el atsak, zaten oradan Avrupa'ya dair bir nişane fışkırır. Zira yaklaşık son iki yüzyıldır yaşadığımız batılılaşma/modernleşme serencamımız bizde böyle eserler bıraktı. Bu anlamda Avrupamerkezcilik meselesini, modernleşme tarihimizden bağımsız okumak da pek mümkün değil. Bu durum, aynı zamanda meseleye nereden başlasak sorusunu getirip ajandamıza yerleştirir. Çünkü beden dilimizden önceliklerimize ve şayet varsa biraz işleyen zevklerimize kadar her şeyimizde "Avrupa" buram buram kokmaya devam eder.

Avrupamerkezcilik, evet tüm düşünce, bilim ve dünyanın merkezine Avrupa'yı yerleştirmek demektir kısaca. Ama burada kastedilen sadece bir kıta olarak Avrupa değil, onları da kapsayan bir düşünce ve dünya görüşünün merkeze yerleşmesi; bir yerelin küreselleşmesidir. Dolayısıyla devam edegelen bir sömürgecilik söz konusudur. Bu sömürgeciliği de sadece, maddi ögeler üzerinden okumamak lazım; çünkü esas tehlikeli olan şey kafaların sömürgeleşmesi ve hatta daha da kötüsü batılıların "The West and the Rest" (Batı ve geriye kalanlar) şeklinde yaptıkları ayrım çerçevesinde "geriye kalanlar"ın kendi zihinlerini sömürgeleştirmeleridir.

İçinde bulunduğumuz serencam biraz da budur. Çok genel anlamda Batı, ilerleme fikri ile insanlığın geldiği son noktayı Batılıların temsil ettiği düşüncesini kesin bir gerçeklik olarak öne sürüp, geriye kalanları medeniyetin emekleme safhasında ve arkaik zamanlarda yaşayan varlıklar olarak resmetti. Bu resmi "geriye kalanlar" kabul ettiği andan itibaren, hem batılıların diğerlerini yönetme ve sömürgeleştirme meşruiyeti ortaya çıkıyor; daha da ötesinde meşruiyetin tek adresi Batı haline geliyor. Fakat esas felaket, bu kabulün bir kendi kendini sömürgeleştirme sonucunu ortaya çıkarmasıdır. Nihayetinde öyle bir patolojik durum yaşanıyor ki, "geriye kalanlar" bu meselede batılılar ne der diyerek kendi kendilerine sınır koymaya başlarlar.

Evet, Avrupamerkezcilik kendisinden kurtulunması gereken bir travma halidir. Kurtuluş ise öncelikle bir "farkındalık"tan geçmektedir. Bu farkındalığın iki boyutu olduğunu düşünüyorum. Birincisi, acaba ben kendi zihnimi yeterince özgürleştirebildim mi? Yoksa kendimi sömürgeleştirmiş durumda mıyım? İkincisi de, hayatım bir Avrupa merkezciliği üretmeye devam mı ediyor yoksa "kendim" olma konusunda bir cehdim ve gayretim var mı?

Şu anda kim ne derse desin, kendini sömürgeleştirme meselesi özellikle tüketim toplumun temel işlerlikleri üzerinden hızla devam ediyor. Mesela, akademisyenlerimizde batılı bilim adamlarının beden dili ve reflekslerini kullanma, Batı eleştirilerinin bile Batılı kriterler üzerinden yapılması, Greencard'ın hala prestijini koruması, şarkı, şiir, edebiyat, resim, sanat zevklerindeki dönüşüm, Batılı ürünlerin "üst değer" olması, hayata ve olaylara yaklaşım vb. örneklerini çoğaltabileceğimiz birçok unsur hala aramızda kol gezmeye devam ediyor. Şunu kabul edelim ki, kendi ülkemize İngiliz Sömürgeciler gibi muamele ederek bu travmadan kurtulamayız.

Tabii ki bununla Avrupa'nın tüm fikirlerinin, pratiklerinin yanlış olduğunu; onlarla hiç ilişki kurulmaması gerektiğini falan savunuyor değilim. "Kendimiz olma"nın öncelikle bir farkındalığa işaret ettiğinin altını çizmeye çalışıyorum. Avrupamerkezciliğin doruk yaptığı görgüsüzlük hali, ezikliği çok pespaye bir şekilde gözümüze dayıyor. Esas burayı görelim.