Kontrollü çözümsüzlük: Başörtüsü
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne güvence
olması “amacıyla TBMM’ye verdiği yasa teklifi ile başörtüsü sorununu yeniden
kamuoyun da gündeme getirdi.
Başörtüsü sorunu çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündemini
oluşturan ana toplumsal kamplaşma eksenlerinden birini teşkil ediyor. Sorunun
çözümüne yönelik tartışmalar toplumda gerginlik, çatışma ve siyasi kamplaşma
sebebi olabilmektedir.
Türkiye’nin 20. yüzyılına damgasını vuran en önemli
toplumsal travmaları gözlemlediğimizde en üst sıralarda başörtüsü yasaklarına
denk gelmekteyiz. Son 60 yılda farklı dönemlerde ısrarla gündeme getirilen
başörtüsü yasağının ülkenin siyasal ve sosyal gelişmesine verdiği zararın
bilançosu rakamlarla telaffuz edilemeyecek kadar yüksek. Yıllar boyunca irtica
tehdidi adı altında, milyonlarca gencin eğitim hakkını elinden alan zihniyet,
aynı zamanda birçok kişinin çalışma ve sosyal yaşam kurma hayallerini de yok
etme seviyesine getirmiştir.
Başörtüsünün, Türkiye pratiğini incelediğimizde, unutmamamız
ve hatırlamamız gereken, yakın tarih geçmişini bilmek meselenin özünü anlamakta
bizim için faydalı olacaktır.
Başörtüsü sorunun temeline bakacak olursak; 1923 Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmasıyla hazırlanan ilk anayasada resmi olarak bir başörtüsü yasağı mevcut
değildi, o dönemlerde resmi kurumlarda başörtüsü ile çalışan da yoktu.
Başörtüsünün tartışılmaya başlanması, 1960'lı yılların ilk yarısında başörtülü
üniversite öğrencilerinin sayısının artmasıyla oldu. Başörtüsü yasağında iki
ana kırılma noktası vardır. İlk olarak karşımıza, 1980 askeri darbesi ile 28
şubat süreci olarak da bilinen askerlerin
1997 yılındaki siyasete dolaylı darbesi olmuştur. Bir diğeri ise, 28
Şubat postmodern darbe süreci bu uygulamaların zirveye çıktığı yıllar oldu.
2002 yılındaki seçimlerde AK Parti'nin iktidara gelmesiyle,
başörtüsü yasağının kalkması istenildiği kadar çabuk olmadı. Başörtüsü, o dönemde de hassas bir tartışmaydı.
Yasal düzenleme ve yumuşama
uygulamalarına da en büyük barikat o dönemin jakoben ve vesayetçi CHP
kadrolarıydı. Beklenen yasal düzenleme yapılamadı. Ancak yüksek mahkemelerin
verdiği kararlar da, yasağın
kaldırılmasına engel oldu. 2007'de YÖK başkanın değişimiyle üniversitelere başörtülü
öğrencilerin girmesinin önü açılmış oldu. Aynı şekilde Kamuda çalışan başörtülü
personelin yasağının kalkması 2013 ‘teki demokratikleşme paketinin açıklanması
ile oldu. Kılık kıyafet yönetmeliğinin 5. maddesinde yapılan
değişiklikle kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. 2015 genel seçimlerinde
TBMM’ye başörtülü vekillerin seçilmesiyle “kamuda başörtüsü “sorun olmaktan
çıkmıştır.
Başörtüsü sorununda asıl meselenin özü, Türkiye’deki
laiklik anlayışının, tanımını eksik ve yanlış yaptığımızdandır. Gerçek anlamda din ve vicdan hürriyeti anlayışını tesis
edilememesinde saklıdır.
Başörtünün yasaklanması bizzat laiklik ilkelerine aykırıdır.
Önce tartışmanın özünü oluşturan laiklik kavramı ile ilgili kısa bir açıklama
yapmakta fayda var. “Devletin çeşitli dini görüşler ile dini olmayan görüşler arasında tarafsızlığını
muhafaza etmesi, herhangi bir dini görüşe ya da dini olmayan görüşe negatif ya
da pozitif ayrımcılık yapmaması gerektiği düşüncesine dayanan siyasi ve hukuki
ilkeye laiklik (secularism) denir”
Bu bilgiden hareketle bu yasağı savunan destekleyen siyaset
mühendisleri “ Cumhuriyetin Laiklik ilkesine “ de karşı çıkmış oluyorlardır.
Meselenin özüne gelecek olursak, Kılıçdaroğlu’nun bu adımını
ve teklifini önemsiyorum çünkü; partisinin geçmiş dönemdeki jakoben anlayışına
karşı çıkması kendisi içinde önemli bir
kırılma sürecidir. Türkiye gerçeğini okuması ve bu ülkenin değerlerinin farkına varması önemli
bir adım. Yalnız CHP için bu yüzleşme ve helalleşme öyle çok kolay
olmayacaktır. Belleklerde ikna odalarının baş müdiresi Nur Serter’in o partiden
vekil olması bu samimiyeti sorgulatmaz mı?
Devletin başörtüsü takmak isteyenlere pozitif hukuk vasıtası
ile getireceği özgürlük, başörtülülere verilmiş bir taviz ya da lütuf olmaktan
çok, her birey gibi başörtülü bireylerin de doğal hukuktan kaynaklanan ve
devletin varlığından bağımsız bir şekilde kişilerin doğumu ile kazanılmış olan
haklarıdır. Bu yorumu sadece başörtüsü
meselesi ile sınırlı tutarsak, temel hak ve özgürlükler anlayışımızı eksik
bırakmış oluruz. Kürt sorunu, Alevi
meselesi, azınlıklar meselesi gibi farklı bir çok konu ile genişletmek
mümkün.
Başörtüsü meselesi, bilinçli bir şekilde ucu açık ve
kontrollü bir çözümsüzlük olarak, büyük bir paradoks ile hep içimizde sızı,
sırtımızda yük oldu. Başörtüsü üzerinden yapılan her türlü demagojiye, zulme,
ve haksızlığa artık YETER!!!