Kömür ocakları ve kader
Bartın’ın Amasra ilçesinde meydana
gelen ve 41 vatandaşımızın hayatını kaybettiği kömür ocağındaki göçük ile
ilgili acıyı hiçe saymak ve bu acı üzerinden siyaset yapmak en hafifinden
ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır.
Bilhassa Anadolu insanının acılı
günlerde kan davası düşmanlıklarını bile bir kenara itip acılı tarafa hürmeten
adeta “ateşkes” ilan ettiğini
hepimiz biliyoruz. Keza devletler deprem, sel, yangın gibi acıya sebep olan
doğal afetlerde de düşmanlıklarını, ihtilaflarını bir kenara bırakarak sürecin
normalleşmesini beklerler hatta afete uğrayan devlete yardım etme talebinde
bulunurlar.
Ama gelin görün ki müsamahaların,
dayanışmanın, bağışlamanın membaı olarak bilinen Anadolu'da bu değerleri
tanımayıp, insanların acılarını siyasetlerine malzeme kılan bir zihniyet ile
karşı karşıyayız.
Bartın-Amasra’da meydana gelen
göçükten hemen sonra siyasi açıklamalara bakan bir yabancı, “Bu ülkede acıya saygı duymamak adet
midir?” diye düşünür. Çünkü mağdur ailelere geçmiş olsun ya da başınız sağ
olsun demeden Sayıştay’a iftira atarak, Danıştay’a iftira atarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı nasıl karalarızın
peşine düştüler. Ne ölüye saygı duydular, ne dul kalan kadına, ne evladını
yitiren ebeveyne, ne de yetim kalan çocuklara acıdılar.
Erdoğan'ı eleştirecek günler,
haftalar, aylar mı bitiyordu?
Siz nasıl vicdan taşıyorlar? Ya da
gerçekten vicdan diye bir değerleri var mıydı?
Gelin şimdi beraber eleştirimizi
yapalım.
Varsa ihmali, adam gibi ve en
ağırından eleştirelim Erdoğan’ı da Ak Parti’yi de. Ama taziye kültürümüz üç
gündür, bari ölen işçilerin cansız bedenine hürmeten üç günlüğüne adam taklidi
yapılabilirdi.
Gelin, şimdi eleştiri yapabiliriz.
Aradan hatırı sayılır müddet geçti. İşte ben eleştiriyorum:
Neden ocaklarda daha güvenli önlemler
almıyorsunuz?
Neden bu tür göçükleri daha erken
haber verecek cihazlar yapamıyorsunuz?
Neden bu kadar ağır kayıplara
sebebiyet veren göçüklerin daha az zarar vermesinin bir yolunu bulmuyorsunuz?
Neden bu tür ocaklara izin veriliyor
ve bu ocaklar daha iyi denetlenmiyor?
Neden, neden, neden..?
Soruları siz de arttırabilirsiniz
hatta ağırlaştırabilirsiniz de.
Sorgulayalım, soralım, eleştirelim:
Neden bu kadar insanımız bu olaylarda
hayatını kaybediyor, diyelim. Açıklamasını, cevabını isteyelim, varsa ihmal
üstüne gidelim. Ama iftira atmadan, siyasi ahlaksızlığa başvurmadan, insafı
terk etmeden, vicdansızlık yapmadan…
Nasıl insanlarsınız siz?
Azıcık bu milletin duygularına,
acılarına, tercihlerine saygılı olun!
Bir de Cumhurbaşkanı R. Tayyip
Erdoğan’ın “takdir-i ilahi/kader”
ifadesi üzerinden saldırıya geçenler var.
Evet, Sayın Cumhurbaşkanı “takdir-i ilahi” diyerek her şeyi kendi
haline bırakıyorsa eleştirelim,
Kader deyip her işi oluruna
bırakıyorsa kınayalım,
Her şeyi boş vererek olumsuzluklara “mukadderat” diyerek aklımızla dalga
geçiyorsa protesto edelim…
Ancak;
CHP ve periferisininprofan anlayışına
ait kavramlarla konuşmuyor diye,
“Suyun
öbür tarafı”nın ladini ifadeleriyle uyuşmayan dini terminolojiyi kullanıyor
diye eleştirecekseniz keyfiniz bilir.
Bu tür olaylar için takdir-i ilahi/kader
demesi, Sayın Erdoğan'ın inancındaki Allah Subhanehu Teâla’nın bilgisi,
iradesi, kudreti dışında hiçbir şeyin olamayacağına vurgudur. Yoksa kimse kader
derken, “Ne yapalım, biz üzerimize
düşeni kusursuz yapmışken, her şey yolunda giderken kader aniden gelip göçük
yaptı da 41 insanımız öldü, öpün başınıza koyun ki 441 insan ölmedi” demek
değil. Bu tür durumlarda her ne olursa olsun inancımız gereği kader ile yani
İlahi bitmez kudret, tükenmez ilim ve Yüce Azamet karşısında acizliğimizi
itiraftır “takdir-i İlahi” demek.
Sayın Erdoğan da bu amaç ve niyetle takdir-i ilahi diyor.
Evet, kaderin arkasına saklayanlara
izin vermeyelim, kaderi istismar edenlere karşı çıkalım ama kadere iman eden bu
milletin inancını dilinize dolamayın.
Bilmiyorsanız ya da bilip kadere
inanmıyorsanız o da sizin bileceğiniz iş.