Komplocu zihinler
İçinde
yaşadığımız çağda iç içe bulunduğumuz ve her gün tecrübe ettiğimiz gerçeklikler
ve olgusal durumlar var. Fakat kimi zaman bir yere intisaptan kaynaklanan kimi
zaman da mutlak bir inanmışlıkla bu gerçeklikleri kabul etme noktasında
azımsanamayacak bir kitle direnç gösterir. Fakat bundan daha kötü olanı, bir
müddet sonra bu tavrın yaygınlaşarak artık insanları ve hayatı olgular
çerçevesinde okumaktan uzaklaşmaktır. Bu da aşırı yorumu ve açıkçası olgusal
doneleri görmeme gibi tavırlar üretir. Esasen komplocu zihinler de böyle
üremeye başlarlar.
Hollywood
filmleri doğrusu bu tür komplo teorilerini üretme noktasında gayet başarılıdır.
Filmlerde esasen Amerikan gücü tekrar pekiştirilirken batı dışı toplumlar hem
hayranlıkla ekrana bakarlar hem de Amerikan tahakkümüne zihinlerinde giderek
bir meşruiyet zemini açarlar.
Bu
modernliğin içeriminde bulunan bir perspektiftir. Bir başka deyişle modernliğin
standart donanımında vardır. Nitekim modernlik Aydınlanma felsefesi ile aklın
hep aynı biçimde işlediği varsayımından hareketle tüm dünya insanlarının
Batı’yı bir şekilde takip etmesi gerektiği sonucunu üretmekteydi. İlerleme
denilen mit de lineer tarih çizgisinde Batı’yı ileride gösterirken, diğer
toplumları bir şekilde o çizginin arkaik dönemlerine yerleştirmişti. Daha
sonraki süreçte de hiç hız kesmeyen Batı hegemonyası, işgal ettiği ülkelere
demokrasi ve hümaniterlik götürdüğünü iddia ederek bunu yapmıştı. Fakat buna
rağmen İbn Haldun’un “yenilen milletler yenenleri taklit eder” hükmü hep
geçerliliğini korudu.
Müslüman
toplumların modernite karşısında yenilmesi daha önemli bir takım kırılmaları
yaratmıştır. Esasen bu dünya tarihi içinde önemli bir nirengi noktasını teşkil
eder. Fakat Müslüman toplumlarda ilk travma modernite karşısında yenilgiyi
kabul etmeme şeklinde kendisi göstermiştir. Böyle bir tavrın ortaya çıkması hiç
kuşkusuz müslümanların kendileri konumlandırmaları ve kendilerine yükledikleri
görev ile direkt ilintilidir.
Buna
göre islam tüm dünya için kurtuluş getirmiş olan bir dindir. Yaşananlar
karşısında ancak islam dünyaya barış, huzur ve esenliği sağlayacaktır. Doğrusu
“kurtuluş islamdadır” şeklinde özetlenebilecek bu zihni altyapıya katılmayacak
bir müslüman yoktur. Fakat daha ileriye doğru sağlıklı adım atabilmenin ilk
yolu, içinde bulunduğumuz gerçeklikleri kabul etmek ve ardından gereken
adımları atmaktır.
Tam
da bu sebeple müslümanların Batı post/modernitesi karşısında yenildiklerini
kabul ederek işe başlamaları gerekmektedir. Doğrusu Türkiye’nin son kırk beş
yılına bilinçli bir şekilde şahitlik etmiş bir kişi olarak, geldiğimiz noktada
toplumumuzun Batı post/modernitesi karşısında pes ettiğini ve bir teslimiyet
tavrına girdiğini gözlemlemekteyim. Bunun esaslı sebeplerinin başında Müslüman
toplumların kendi rasyonalitesini kuramaması, bilgi, eğitim vb. birçok alanda
ilimi temellerde atılım yapamaması şeklinde daha çok müslümanlara irca
edebileceğimiz hususlar gelmektedir. Elbette Batı’nın postkolonyal tahakkümünün
yanı sıra bir takım başarılarının da bu halin oluşmasında etkisi vardır.
Fakat burada Müslüman toplumların kendi içinde nereden başlayacakları ve hangi adımları atacaklarına dair henüz sarih bir yol ortaya koyabildiklerini söyleyemem. Ancak başlarına gelen her şeyi, yaşadıklarını sürekli kendileri dışında aramaları henüz konformizmin dışına çıkamadıklarını göstermektedir. Burada öncelikle beklenmesi gereken şey ise, popülizm ve konformizmden uzak biçimde niçin bunların başımıza geldiğinin ilmi ve rasyonel çözümlemesini yaparak adımlar atmaktır. Doğrusu nasıl bir yolda yüründüğünü ben de bilmiyorum.