Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.21
Gram Altın
2965.97
BIST 100
9629.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Nisan 2019

Kompleksi bırak!..

Otuz küsur yıl önce…

Günlerden bir gün, tevafuk eseri bulunduğum bir ortamda “Sakallı” bir şahıs işaret edildi.

“Bu Mübarek Zat” dendi;

“Timurtaş Uçar Hoca.”

Rahmetli hakkında bilgi sahibi değildim; O’nun mensubu olduğu çevreyi hiç tanımıyordum, öyle bir atmosferde yaşamamıştım…

Bir başka iklimin gazetesinde çalışıyordum; diyalektik materyalistlerin içinde…

Ortama yabancıydım ya…

Etrafındakilerin Merhum Timurtaş Hoca’ya hürmetle yaklaştıklarını görünce, yanımdakinin kulağına “Çok önemli bir şahıs mı?” diye fısıldadım.

“Evet” dedi;

O kürsüye çıkıp da gümbür gümbür konuştuğunda sevenleri kendilerinden geçer.”

Rahmetli Timurtaş Hoca’ya yanaştım.

Kendimi tanıttım.

Memnun olduğunu söyledi.

Bir kenarda oturdum.

Dinlemeye başladım.

Rahmetli Timurtaş Hoca çok dertli olduğunu söylüyordu…

“Kapıma sürekli olarak polisler geliyor. Rahatımız huzurumuz kalmadı, çocukların yüreği her kapı çalındığında ‘Babamı götürmeye geldiler!’ diye hopluyor. Kapımıza sütçü gelse, böyle heyecan yaşıyoruz.” deyince Hoca…

Dinleyenlerin sessizliğini, “Ne oldu ki, niye geliyor polisler kapınıza?” sorusuyla bozdum.

Rahmetli, benim yabancı bir iklimden geldiğimi anlamış gibiydi.

Cevap vermedi…

“Neyse” diyerek başka bir konuya geçmek istedi.

Ben ısrarcı oldum.

“Niçin ikide bir sizin kapınıza geliyorlar?” diye üsteleyince beni oraya götüren mahalleden arkadaş “Uzatma istersen!” der gibi bir kaş, göz hareketi yaptı.

Rahmetli Timurtaş Hoca, biraz da kızgın edayla…

“Ne yapacağım, ‘Milli Piyango kumardır, haramdır. Devlet kumar oynatmaz!’ dedim. Sen misin diyen, vay efendim bir dava bir dava, iflahımızı söktüler! 10 bilmem kaç yıl hapis istemiyle yargılıyorlar!”

O yıllarda bu işlerden bîhaberiz ya, “Sırf bunlar için dava mı açılır?” diye sordum.

“Başka bir şey demedim, Allah’ın hükmünü söyledim… Bir Hoca olarak söylemekle mükellef olduğumu söyledim ama işte başıma bunlar geldi!”

Rahmetli çok müteessirdi, hane halkının etkilenmiş olmasından dolayı fevkalade üzgün olduğunu söylüyordu.

O gün öyle geçti gitti…

MERHUM TİMURTAŞ HOCA’YI ZİYARET

Hayli vakit sonra…

Bir başka ruh âlemine girmeye başlamıştım.

Bir gün…

Aklıma “Timurtaş Hoca’yı ziyaret etmek” geldi.

Birkaç konuşmasını “el arabalarında” satılan kasetlerden dinlemiştim.

Namazı kıldıran cami görevlisine “Bir vakitler Timurtaş Hoca ile buralardaki bir evde sohbet etmiştik, yakınlarda mı oturur?” diye sordum.

Görevli kardeşimiz, adresi bildiğini ama veremeyeceğini söyledi.

Ben de, ortak tanıdıklarımızdan birinin ismini verdim.

Kendimi tanıttım.

“Cuma Dergisi için röportajlar yaptığımı” söyledim.

Dergi’deki fotoğrafımı gösterdim.

Güvendi.

“Şurada oturur kendileri!” dedi.

Evi buldum.

Kapıyı çaldım.

Rahmetli Hoca karşımdaydı.

Selâm verdim, selâmımı aldı.

“Beni hatırladınız mı Hocam?” diye sordum.

“Milli Piyango”lu sohbeti hatırlattım.

“Beynimiz çok yoğun oluyor, kusura bakmayın sizi hatırlayamadım!” dedi.

Kendisiyle sohbet etmek istediğimi, telefonunu bilmediğimi, böyle rahatsız ettiğim için özür dilediğimi söyledim.

Hoca, “Kardeşim” dedi;

“Buyurun, ne istiyorsunuz?”

“Milli Piyango davası! ” dedim;

“O dava ne oldu?”

“Boş verin, bir şey yazmayın!” dedi.

Sonra…

“Kardeş, ben çok kırgınım, ben kürsüdeyken ortalığı inleten dostlarımın çoğu başım dara girince görünmez oldu. Elden tutan olmaz oldu. Hatta, arkamdan ‘O kadar sivri dilli olmasaydı!’ diyenler bile oldu. Ben ağzımın payını aldım ve işte böyle köşeme çekildim!” dedi.

“Bu hislerinizi anlatın işte, yazayım Hocam!” dedim. “Boşverin, yeniden gündeme gelmek istemem. Ağzımdan birilerini rahatsız edecek bir laf çıkar da sıkıntı olur!” diye karşılık verdi.

Gazetecilik heyecanıyla ısrar ettim.

“Ben” dedi, “Bu kadar az tefekkür eden bir toplumla bu aşamada bir yere varılabileceğine kâni değilim. Önce eğitim lazım, şuur vermek lâzım, eğitim alt yapısı olmadan bu iş olmaz!” dedi.

“Bu türden mesajlar verin!” dedim.

“Kusura bakmayın, sizi içeri davet etmek isterdim ama misafirlerim var!” dedi.

Nazikçe “Yeter artık ama!” mesajını veriyordu.

Mesajı aldım ve gittim.

BİRLİK VE BERABERLİK RUHU?..

Sonra…

Uzun yıllar boyunca…

Hangi Müslüman’ın başı sıkışsa, çoğu vakit “yalnız” bırakıldığında şahitlik ettim.

Hatta…

“Düşmanlar” saldırdığında, “dost zannedilenlerin” daha çok saldırdıklarını gördüm.

“Muhafazakar Takımı”ndaki acayip ruh hali dikkatimi çekti.

Kendilerine gece gündüz hakaret edenlere “şirin” görünmek için adeta takla atan nice tip tanıdım.

“Yaranma çabalarını!” ibretle izledim.

“Meşruiyet arayışı” havası…

“Ne olduğunu değil de ne olmadığını anlatma çabası!”

“Jakoben takımı” sürekli olarak sorgular, hesap sorar havalarda; seçim sonuçları ne olursa olsun, “Kültürel İktidar” hep o tarafta…

Bu taraf…

Hep “Hesap sorulur!” ve de “hesap verir” pozisyonda.

Birbirlerini beğenmez, birbirlerine tepeden bakar, birbirlerinin kuyusunu kazmak için fırsat kollar bir “ruh” hali…

Bu ruh ikliminden birisi, maksadını aşan bir söz edecek olsa, yandı!..

Küçük bir hata yapacak olsa yandı!..

Düşmanları saldırır, dost bildikleri daha fazla saldırır…

Öbür tarafa gelince…

“Kültürel İktidar”ın daimi sahipleri…

Her türlü hakareti savurur; tezyif, tehdit, tahkir…

Bini bir para!..

Onlara her şey serbesttir, onları her şartta savunan nice “gerçek dostları” vardır, sahip çıkanları vardır…

Bir mücadele “sahip çıkanlara bağlı” olarak yürütülmez elbette, tek başına kalsan da Hakk’ı haykırman gerekir…

Ama insanoğlu bu, “sosyal varlık”, dosta ihtiyaç duyar, başı sıkıştığında, iftiralara maruz kaldığında “dost bildiklerini” yanında görmek ister…

“Yalnız bırakılmak” bir yana, bir de “dost bildiklerinin ağır saldırılarına” maruz kalırsa…

“Dost bildiklerinin, adeta “Bir ayağı kaysa da ben de vursam!” diye beklediklerini anlarsa…

Üzülür…

Kabuğuna çekilmeyi düşünür…

Kendinden olanı “dışlayan”, kendinden olmayanı ise “başa taç” yapan zihniyet…

Servetlere ve makamlara aşırı itibar eden…

Servetini ve makamını kaybetme durumunda kalanı ise “umumiyetle” terk eden bir ruh dünyası…

Bu ruh dünyası,“Beka Endişesini” ensesinde hissettiği günlerde şaha kalkar, “Kadim Medeniyeti”nin , mübarek atalarının “azametini” ortaya koyar…

Amma velâkin bu durum bir türlü süreklilik arz edemez; uzun yıllar boyunca baskı altında tutulmuş, itilmiş ve kakılmış olmanın etkilerinden kurtulmak bir türlü mümkün olmaz.

“O –sürekli olarak hesap verir durumda tutan- “ruh hali” ikide bir karşımıza çıkar…

Son vakitlerdeki hadiselerden sonra misallerine bolca rastladığımız “göze girme” çabaları, bana bunları yazdırdı…

Bu memleketin toprak kokan insanları niçin “iman tazeler” gibi, sürekli olarak kendilerini anlatmaya çalışsınlar ki…

Tamam, dediniz işte…

Anladı, anlamak isteyen…

Yeter!..

Biraz da “onlar” kendilerini “izah” çabası içinde olsunlar…

Dikleşmeden dik durmak, “Toprak Kokan” insanımıza yakışır!..

Zor vakitlerde Hakk’ı haykıran Timurtaş Hocalara sahip çıkmak “Beka Meselesi”dir.

Vesselam.