Kokuları gelsin yeter...
Bazı toplumlarda elden ayaktan düşenler yılkı at muamelesi görüyor. Bir işe yaramaz ve eski eşya muamelesi yapmak bunalım toplumların özelliğidir. İhtiyarlar bir türlü atılmaya kıyılmayan antika eşya muamelesi görüyorlar ne yazık ki…
Ne gözden uzak olsunlar ne de çok yakında olsunlar istenir. Kimi kesimlerde yaşlılar hurdacıya bedelsiz verilen eski eşya muamelesi görürler. Bu yüzden yaşlı ve düşkünler bakım evlerine, düşkünler yurtlarına bırakılıyor. ‘Bir faydası yok, üstelik de yük’ anlayışı ile çok görülüyorlar. Daha çok seküler toplumlarda ‘bir an incelen hayat bağları kopsa da gitseler’ beklentisi var...
Bizim değerlerimizde ana babaya, büyüklere merhamet, saygı ve itaat Allah’a saygı ve itaat kabul ediliyor. Büyük nimet…
“Rabbim kesin olarak şunu emretmiştir: Sadece O’na kulluk edeceksiniz. Bir de anne babanıza iyilikte bulunacaksınız. Şayet onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanacak olurlarsa onlara ‘öf’ bile deme! Onları azarlama; ikisine de güzel sözler söyle. Merhametle tevazu kanatlarını onların üzerine ger ve şöyle dua et: “Rabbim! Ben küçükken onlar bana nasıl şefkatle davrandıysalar şimdi Sen de onlara öylece rahmetinle muamele eyle.” (İsra, 23-24)
Bizde ana babaya muamele nasılsa aynısıyla karışılacağız anlayışı var şükür. Bir evde yaşlı varsa o ev Allah’ın koruması altında kabul edilir. Bereket bu anlayış var. Onların vesilesiyle ailenin diğer üyeleri de Allah’ın lütfundan nasibini alır. Kazançları artar, o eve bereket girer. Ana baba duası cennetin kapısını açıyor…
Batılı toplumlarda yaşlılık ağır yük ve hastalık görülüyor. Aristo, “De Generatione Animaliom” isimli yazısında yaşlılığa yaklaşımı “Hastalığı zamansız gelen yaşlılık, yaşlılığı ise doğal bir hastalık” olarak tanımlar. Pandemi sürecinde Batı’da ilk gözden çıkarılanlar yaşlılar oldu maalesef! Çoğu da öldü.
Bir anlamda ihtiyarlık, onca yıl yüksek tempoyla çalış çabala gel sen birden frene basılmış gibi ol. Hayatın kıyısından tutunan iplerin her geçen gün zayıflasın! Bir an gidecekmiş beklentisine girmek yalnızlaştırıyor. Her an uçup gidecekmiş düşüncesi bu dünyaya ait olmadığımızı daha çok ihtiyarlıkta hissediyor insan…
Kartalların zamanla pençeleri ve kanatları zayıflasa da hayat mücadelesinden kolay kolay vazgeçilmiyor. Hep güçlü hissetmek istiyor insan kendisini. “Sabredin, evde kalın.” Çağrısı onları korumak içindi. Bu her topluma nasip olmayan bir değer anlayışı ve hassasiyetidir bu. Merhametli toplumların vasfı…
Siz de eksikliklerini iliklerinize kadar hissetmişsinizdir…
İlk cümlemizde, ilk hecemizde onlar vardır. Her günümüzde her anımızda onlar vardır. Bütün yaşadıklarımızda onlar vardır. Onları gittikten sonra hasretle özlememiz, ekmek su gibi ihtiyaç duymamız, bir gün gelecekmişler gibi gece gündüz beklememizin bir hikâyesi vardır. Bir ömrü onların kolları altında ve varlıklarında geçirmek var…
Onlar gidince koşar dururuz iki arada. Dünya ve ahiret arasında gidip geliriz. Evet, gidişleri kalbimize ağır geliyor. Bir özlemle de bitmiyor hasret. Eskilerin dediği gibi; “Tek canı sağ olsun da; yel essin, kokusu gelsin yeter.” Olmadıklarında ne çok arıyoruz onları. Kiminin yüreğinde kiminin rüyalarındadırlar. Benim gibi düşünüyorsunuz değil mi?
Onlar yokken yokluklarını hissettiğimiz gibi, varken de var olduklarını fark etmemiz gerekiyor. Sonradan iş işten geçmiş olmasın. İçimizden ah vah edenlerinizi duyar gibiyim. Gerçek şu ki kuşlar kanatsız uçamıyor. Ağaçsız bahar, toprak yağmursuz olmuyor.
Her anın bir izi var bende babamın. Daha sıkı sıkı bağlıydım o zamanlar hayata. Çözüldüm. Her geçen gün güçsüzleşiyor dünyayla bağlarım…
Bir gün babam:
“Bu dünyada rahatlık yok” demişti.
“Paltom bile ağır gelirken,
Nasıl taşırım
Koskoca dünyayı, sırtımda?”
Anladım, “Sabır ve namazla” sırtında taşımış koca dünyayı babam.
Gidince fark ettim. Dünya onlarsız ağır yük sırtımızda!
Elimiz böğrümüzde kaldık…