Koca bir ömrü heba etmenin hikâyesidir...
‘‘Mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda.’’ Öyle post modern bir devirden geçiyoruz ki, dem bile hayretler girdabında. Kalem ve kelam iktidarını kaybediyor, hâlin izahatı için. Söz ve saz tesirini yitiriyor bam telinin üstünde. Medeniyetini külliyen yitiren bir izahsız fasıldayız. Ruhun bedene yük olduğunu, bedenin madde ile ittifakını görüyoruz. Materyalizmin zaferinin önünde henüz durabilen yok. Esasında materyalizmin hükmüne ram olan kalabalıklar bu durumdan memnun, birkaç tesirsiz gönül erbabının dışında.
Mana ve gönül tarifsiz bir mağlubiyette. Yakışmıyor ancak durum bu.
Devir Mecnunlara hasret. Dergâhına sığınacak bir gülşen arıyoruz, nafile. Gönlün neminden türeyen bir hasbıhale muhtaçtır evren. Ter dökmeden kovansız bal istiyor âdem, şifa olmasa da olur, yeter ki bal olsun, şu hâle bakın: âlem olmuş elem.
Fıtrata yönelen bir isyanın harbidir bu çağda bizim yaşadığımız. Aslını taşıyamayan astarın avazıdır bu ayaz. Kayıtsız kaldığımız hakikat, kendimizin fethini unutuşumuzdur. Öyle bir kibir ve gösteriş rahlesindeyiz ki, şeytan ittifak istiyor beşerle. Özentinin kurbanlıklarına rastlıyoruz her an her lahza. Bedeni kemiren örümcekleri görüyoruz da, ruhu sarhoş eden şarabı da bir tanısak.
Buruşmuş ruhun örtüleri.
Bütün sızılar gönlün komşusu.
Enkaza dönen yaralara yâr nerde.
Gelmeyen ümitlere pörsümüş gönül.
Bir azap faslıdır yangının yakıtı.
Koca bir ömrü heba etmenin hikâyesidir herkesin kıyasıya yarışarak yaşadığı.
Çileli gönlün çöküşü daha nereye kadar.
Mürekkebin utandığını görüyor şair, şu tarifsiz hâli ifşaya.
Yalnızlığın yankısında kendini arıyor insan. Gölge hep bir adım önde.
Kuşlar kafeslere razı sanki, insansa içinde inşa ettiği mahpushanenin kederine müebbet.
Öyle mahzun ki herkes, birazdan İsrafil’e iş düşecek gibi.
Feryadı duyulmayan sızıların senfonisi kıvılcım kıvılcım yayıladuran.
Kefene sarılmış hayallerin kabridir artık dünya.
Metruk kalan kalp çölüne ne demeli hele.
Tuttuğumuz ayna dürüst değil, şu yansıyan kader yerine neyin kederi.
Ruhun yokluğunda, bedenler sahte gülücüklerle kısa süreli tatmin, mutmain faslına hasrettir evren; ama hayrettir devran.
Söze suç yüklüyorum, ikrara ceza, susmaya mükâfat veriyorum.
Sus ki, buruşmuşken ruhun örtüleri, pörsümüşken âşıkların kederli gönülleri…