Kızıl Mücahit / "Küçük hokkabazlık" (1)
“Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı
dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.”
29
yıl önce…
5
Nisan 1994…
Ekonomik
kriz…
DYP-SHP
Koalisyon Hükümeti ekonomik krize çare olarak tarihe 5 Nisan Kararları
olarak geçen kararlar aldı.
Kriz,
ülkeyi kasıp kavurdu…
Döviz
rezervleri 7 milyar dolardan, 3 milyar dolara indi. 1994 Ocak’ında 15 bin lira
olan dolar kuru, Nisan’da 38 bin liraya yükseldi. Bankalar, şirketler iflas
etti.
Enflasyon,
ilk kez % 150’ye yaklaştı.
Türkiye
ekonomisi % 7’ye kadar küçüldü.
Yüz
binlerce kişi işsiz kaldı.
Ve
İMF gelip Türkiye’ye postu serdi.
Kemal
Dervişler dönemiyle birlikte 1997’de 28 Şubat Post Modern darbeye, yasakların
cinnet halini aldığı süreç de başlamış oldu.
Nihayet,
3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerle yeni bir yol açıldı.
Ogünlerden
bugünlere çok büyük badireler atlatan Türkiye, çok ciddi bir yol ayırımında….
Ya
istiklâlini muhkem hale getirecek ya da izmihlâle düşecek.
Türkiye’nin
3’üncü dünya savaşına engel olduğunu söylemek asla abartı değildir.
Ukrayna’dan
Kafkaslara, Orta Asya’ya, Balkanlar’a; Libya’dan Somali’ye, Doğu Türkistan’a
tüm coğrafyanın kaderi, Türkiye’nin kaderiyle birdir.
Türkiye,
bundan dolayı, emperyalizmin hedef ülkesidir.
Emperyalist
baronlar, devşirmelerini kullanarak sinsi emellerini gerçekleştirmek için her
yolu denemektedirler.
Terör
örgütlerini “demokratik güç” adıyla ülkenin geleceğinde etkin kılma çabasına çanak
tutan legal görünümlü kifayetsiz muhterisler, çok vahim bir yolun taşlarını
döşemektedirler.
Gücü
ele geçirmek için girmeyecekleri kılık yok; hem dinsiz hem molla, hem
komünist hem faşist, hem terörist hem hümanist…
Her
kılıkta, her renkte…
“Allahın on pulunu bekleye dursun on
kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah
olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!” dizelerini kendi sapkın
anlayışına kılıf yapacak kadar da kurnaz…
Ama
akılsız…
Çünkü
devamını okumadı.
“Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı
dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.”
1947’de yayımladığı Destan şiirinde Merhum Necip Fazıl
Kısakürek, dönemin sosyolojisini – diğer eserlerinde de- kamu yönetimi
anlayışını olduğu gibi ortaya koymuştur.
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz
sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,”
Bu
çağrının muhatabı elbetteki toplumdur.
Şiirde
geçen şu ifadeler aslında her şeyi özetliyor.
“Durum
diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;”
Burada
“toprağın çirkef, gökyüzünün bodrum” olması dönemin en bariz özelliğidir.
“Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl
Bey;” dizesinde geçen “Bay Necip” ifadesi kültür katliamının bir başka
ifadesidir.
Bugünlerde
Cumhurbaşkanı’nın “Bay”
yakıştırması, aslında malum zihniyete ve onun dönemine bir göndermedir.