Kıymet de Bir Nimettir...
Bugün Allah'ın bize bahşettiği nimetlerin kıymetini biliyor muyuz? Yaradan, bize hergün solumamız için hava, içmemiz için su verdi. Güzel tabiatını görmemiz için de göz verdi. Verdi de verdi. Bunları saymak için zaman gerek. Sahi zaman da en büyük nimetlerden biri değil mi? Şimdi bütün bu nimetlerin kıymetini bilmek de Allah'a karşı edebin bir parçasıdır.
Peki, bize verilen bu nimetleri hatırda tutmak ve bu nimetlere şükretmek için ne yapmalıyız. Evvela bu nimetler için değerler ürtmeliyiz. Hayatı süsleyen, anlamlı kılan değerlerden bahsediyoruz. Ki bu değerler, cemiyyete dinamizm kazandıran faaliyetlerin bütünüdür. Düşünür-Yazar Necmettin Evci, “Yaşamak Öldürür Beni” adlı kitabında bize ait olan değerler için şöyle bir önerme getirir. “Bize ait olan yaşamları, bize ait olan değerler dünyası ile kurarız.” der ve arkasından niçin olduğunu açıklar. “Başkasına ait değerlerle kendi özgün, özgür, dünyamızı kurmamız mümkün değildir.”
Ayrıca iyi üretilmiş ve herkesçe kabul edilmiş sanat, edebiyat, fen ve diğer sosyal alanlarda değerler üretmemiz lazım. Eskiden Anadolu’da sizin evden “Kur’an Hafızınız var mı? Evet benim evde iki hafızım var” övünme alametleri olurdu. Şimdi eğer bu Kuran-ı Kerim hafızlığı gibi, ok atma/kemankeş gibi yeni değerler üretemezsek değerler bunalımı başlar. Toplumun her tabasından ve bütün ihtiyaç hiyerarşisinden bu bunalım hissedilir. Deizim, sosyal medya bağımlılığı, aile bireyleri arasında iletişmsizlik, bireyin kendi evini bir otel şeklinde kullanması, değerler bunalımı ile alakalıdır. Biz, gençlere sen ne kadar değerli desek de sanal alem, gençlerimizin değerlerini ayaklar altına almış. Bugünki gençlerin ekserisinin kıymet skalasını çakma ses dublajlarıyla, taklitçi akımlarla, atılan resimlerin beğeni sayısı ile, takip eden insan sayısı ile ölçüyorlar. Gençler, benim değerim bu kadar diyerek kendini değersiz hissediyor veya beğenilerin çokluğu ile övünüp kendini değer tahtında görüyor. Aslında o tahtan çok çabuk indirildiğini görünce bunalım yine gerçekleşiyor.
Kendimize ait olan hayatın değerini üretmekten ve üretememekten bahsettik. Bu değerin adı nimetin kıymetini bilmemiz gerektiği gibi kıymetin de nimetlerini bilmemiz gerekir. Günümüzde moda bir deyim “İnsan kaynakları” adlı birimler eskilerin personel müdürlüğü yerine kullanılır oldu. Meseleyi Türkçeye devşirmek ve anlaşılır kılmak güzel bir olay.
İnsan kaynakları aslında, insan kaynağının insan kıymeti-kıymetleri- merkezli olması gerektiğini düşünüyorum. Geçenlerde İslam medeniyetiyetinde Ahilik teşkilatını baz alarak çalışmalar yapan ve çeşitli mesleklerde insan yetiştiren Kardeşlik ve Birlik Derneği-(İMAR vakfından) bir yetkiliyi dinlemiştim. Bu arkadaşımız şöyle diyordu. Üniversite birinci sınıfa yeni başlayan hukuk fakültesi öğrencisine bir avukatmış gibi, bir savcıymış gibi hatta bir hakimmiş gibi davranıyoruz. Çünkü hukukçu olan arkadaşımız yarın bu görevlere gelecek ve biz bu arkadaşımıza görev ve sorumluluk bilincini aşılamazsak yarın bu arkadaşımız evden işe işten eve gidecek toplumun dertleriyle dertlenmeyecek. Hayatı sadece yaşlanmak için yaşayacaktır. Biz bu nedenle her mesleğin ilk çıraklarına mesleğin ustalarıymış gibi muamele ediyoruz demişti.
Bu durumdan yola çıkarak kendi değerimizi ürettiğimizde ilk önce insan değerdir ve değerlidir dememiz gerekiyor. Yani insan, insan olduğu için birer kıymettir (hazine) ve kıymetlidir bizim nazarımızda. İnsana kıymet vermek insanı, insanî özelliklerini kaybettirmeden değerlendirmek demektir. Mesela insanı taklitçi benliklerden ve bu taklitçiliği sonucu içine düştüğü çaresiz teslimiyetçilikten kurtarmak gerekir. Bu durum, insana kıymet vererek olur. Bak sen normal bir öğrenci değilsin geleceğin savcısısın, hakimisin, hatta Adalet bakanısın, dememiz gerekiyor. Kendine kıymet verilmiş insan kendine saygılı bir insandır aynı zamanda. Kendi ilkeleri ve değer yargıları oluşan insanlar artık insanlığın da öncü kuvvetidir. İnsanlığın izzett-i nefsi korurlar.
Günümüzde kıymetin bir nimet olduğu gerçeğini hepimiz kabul ediyoruz artık. Malumdur ki fakirleşen hasletlerimiz bizi madden fakirleştirdiği gibi manen de fakirleştirdi. Ve fakir düşmüş insanların içerisinde zengin bir toplum çıkmaz. Gençliğe kıymet, çocuklara, hanımlara kıymet, anne ve babaya kıymetimiz kalmış mı. Cevabımız kısık sesle “hayır”...Tabiata kıymet, hayvanata kıymet veriyormyuz o da hayır.
Örnek bir kıymet...
Evin küçüğü Osman beş yaşında. Onunla şekerci dükkanına girdik. Ramazan öncesi bu işyerine geldiğimde her şekerden bir tadımlık ikram ederdi iş yeri sahibi. Şimdi Ramazan olunca ona birer şeker ve lokum ikram edildi.”Hayır ben bunları alamam, dedi. Neden almıyorsun sorusuna. Bunlara para ödersen, ben yerim, dedi. Çok şükür söylem ve eylemimiz müteradif gidiyor. İşte kıymet bu. Peki yarın bu çocuk toplumun içinde çıkacak kendini ne kadar koruyacak? (Allah bilir.)
Örnek ikinci kıymet...
Üsküdar’da kaldığım vakitler Uygur Müslümanlarından Enver Bey ile tanışmıştım. Bir misafirhanede beraber kalıyorduk. Bu arkadaşımız kışın en sert soğuğunda misafirhanenin büyük bir mescidi olmasına rağmen sabah namazı için beş yüz metre uzaktaki camiye gidiyordu. Kendi memleketinde var olan camiiler de Çin mezalimine maruz kalıyor ve yıkılıyor. Biz Müslümanları Müslüman yapan işaretlerden bir tanesi de sabah namazında camiiye gitmek. Uygur Müslümanlarından Enver Bey memleketinde camii olmadığı ve çok az olduğu için memleketimizdeki camiiye geliyor ve oraya aidiyetini bildiriyor. İkinci kıymet de budur.
Üçüncü örnek kıymet...
Bugün başörtülülerin başı açık insanlarla birlikte okul okuyabildiği,mesleklerini icra edebildiği bir ortamın kıymetini iyi bilmeliyiz. Bu bir nimettir ve yirmi yıl önce bu nimet hayaldi bizim için. Nimet olduğu kadar da bizim için bir kıymettir. Şimdi özellikle baş örtüsünün bir sosyete markası şeklinde kullanılması, başörtüsünü bir dava şuuru ile takanlara saygısızlık derecesinde kullanılması bizim için kabul edilemez bir durumdur. Bu da manevi fakirliğimizdir. Ve anormallik burada başlıyor.
Son Kıymet...
Bugünkü Suriyeliler....Vatanlarının kıymetini bilemediler....Kıymet, nimettir.