Kıymet bilmek
Askere gidenler bilir. Asker ocağı, insana büyük tecrübeler kazandırır. Yeri geldiğinde vatanı korumak için eğitim, silah talimi bir takım bilgilerle donatılırız zahirde. Ama askerliğin BÂTIN’da (gözle algılanmayan, gizli) insana verdikleri, en az zahirde kattıkları kadar önem arz eder. Belki sevdiklerinden ayrı kalışı, her istediğini yapamayışı, arzuladığı gibi yiyemeyip, özgürce gezemeyişi o an için bir burukluk bırakabilir askerin kalbinde. Oysa bu burukluk biraz düşününce, askerden evvel elindeki İMKÂN ve NİMETLERİN KADRİNİ KAVRAMAYA yetecektir. Hal böyle olunca da askerliğini bitiren bir genç; yakınlarının değerini, özgürlüğün ehemmiyetini, israf ettiği zamanı ve nimetin kıymetini bilerek ŞÜKRÜNÜ EDA EDECEK bir duruma gelecektir. Ta ki tüm bunları unutup, bolluğa kavuşuncaya dek. Zira Muallim Naci’nin dediği gibi; “HAFIZA-İ BEŞER NİSYAN İLE MALULDÜR”. Yani insan hafızasının eksikliği; unutmasıdır hattı zatında. Bu ise insanı şükürden aciz bir iklime sürükler ki, sonunun elindekilerini yitirmeye kadar uzanması ihtimaller arasında yer alır.
Bunları niçin mi yazdım? Sn. Erdoğan’ın 2002’de, ilk iktidara geldiği zamanları hatırlayın mesela. Doğu ve Güneydoğu’da bazı bölgeler de OHAL vardı malumunuz. Bırakınız Kürtçe konuşmayı, insanlar Kürt olduklarını dahi söylemekten çekinirlerdi. Başörtüsü ile okumak mı? Şaka mı yapıyorsunuz! Çocukları Kuran Kursuna göndermek bile zordu. Halk batık ekonominin bedelini ödemekle meşgulken, memur iki iş yapmadan asla geçinemezdi. Emeklilerin hali ise içler acısıydı. Hastane kuyruklarında ömür tüketenler mi dersiniz, ödeyemediği masraflar yüzünden rehin kalanlar mı? ABD’den gelecek üç kuruşla, maaşların anca ödendiğiyse cabası. Sonra Sn. Erdoğan ve arkadaşları geldi bir anda yönetime. Ne Doğuda hayatı kısıtlayan OHAL kaldı, ne de ırk’ı ve inancı sebebiyle ötekileştirilen insanlar. Üstelik Kürtçe yayın yapan bir ulusal televizyon dahi kuruldu. ESKİ TÜRKİYE’nin RET, İNKÂR, ASİMİLASYON politikaları, yerini HAK ve ÖZGÜRLÜKLER konusunda YENİ BİR DÖNEME bıraktığına şahitlik ettik hepimiz. Kimse inancı ve kimliği nedeniyle kısıtlanmıyordu artık. Bizler ise o günlerde ÇOK ŞÜKRETTİK RABBİMİZE. RABBİMİZ de NİMETLERİNİ ARTTIRDI. Nihayetinde de kendi evini alma imkânı bulan memurlar, ayakları üzerinde nispeten duran emekliler, olabildiğince hizmet sunan hastaneler ve KÜRESEL GÜÇ olma yolunda hızla ilerleyen bir TÜRKİYE tablosuyla yüzleştik.
Gelgelelim şu günlerde durum biraz değişti. Keza ekonominin biraz bozulduğunu, enflasyon canavarını, emeklilerimizin sıkıntısını ve dahi birçok problemi inkâr edecek de değiliz. Lakin Pandemi, Ukrayna/Rusya Savaşı, enerji fiyatlarının geldiği seviye ve tedarik zincirinin kopması nedeniyle, sadece biz değil TÜM DÜNYA benzer şeyleri yaşıyordu. Hatta buna ilave olarak 11 ilimizi yıkan Asrın Felaketine, terör tehdidine ve küreselcilerin bize BOYUNDURUK GEÇİRMEK için uyguladığı EKONOMİK AMBARGOYA da maruz kaldık. Ama bunca badireye rağmen de hala 2025 yılı adına ÜMİTVAR, emperyalistlere taviz vermeyen ve terörü bitirmekte kararlı bir İRADE İŞBAŞINDAYDI. Öyle ki daha önce en şedit sıkıntıları çözen bu iradenin, yaptıkları yapacaklarının bir nevi teminatı sayılırdı. Fakat bugün nereden nereye ulaştığımızı ve ufkumuzu hangi ideallere diktiğimizi UNUTAN BAZILARININ, feryadını duyuyoruz ne yazık ki? Hem de 2-3 senelik ömrü olan KONJONKTÜREL problemler dolayısıyla, seçim öncesi Filistin hassasiyeti güden, şimdilerdeyse “Hamas’a terör örgütü” yakıştırmasını yapan bir zihniyetten medet umarcasına… 2002’lerde “OHAL’i kaldır başka bir şey istemiyoruz” diyenlerin, takındığı cüretkâr tavrı ise daha saymıyorum bile. Ne diyelim! Her şey merkezine, er yâda geç oturur/oturacaktır da inşallah… Ama insan yaptıkları ve yap/a/madıklarından da, sorumlu olacaktır vicdan tartısında. Keşke’ler de artık kar etmeyecektir şüphesiz. TABİ SABREDİP, KUBBEDE HOŞ BİR SEDA BIRAKANLAR MÜSTESNA…