Kıvırlık Kuşları: Göç ve Güç
Yazar Mehmet Sarmış’ın “Kıvırlık Kuşları” adlı hikâye kitabı, Suriye’den göç edenlerin acıklı hikâyelerinin bir diğer adı. Evlerini, barklarını ve ülkelerini bırakarak başka ülkelere sığınmak durumunda kalanların kitabı. Yani başka bir deyişle zorlu psikolojik koşullar altında yaşamak zorunda kalanların kitabı. Dolayısıyla bir şekilde iyileşme ve uyum sürecine girebilmek için de bir şeylerle uğraş verenlerin kitabı... Kitapta gerek yazarın gözlemleri ve gerekse savaşın ortasında kalan, çile ve işkence çeken insanların hikâyeleri en canlı hatıralarıyla birlikte verilmiş. Kıvırlık Kuşları, bu yönüyle hikâyeden çok hatıraya yaklaşmış. Hatta bazı hikâyeler hatıranın tâ kendisi. Yazar, kitapta hassas ve duygusal bir tavır takınmış. Bu yüzden kitapta hikâye dili ikinci planda kalmış. Mümkün olduğunca olayları en gerçekçi ve canlı haliyle anlatmalı ki bu dram insanların ve insanlığın hafızasında silinmesin. Nasıl silinebilir ki hafızamızda Suriye ve Suriyelilerin dramı. Hepimizin televizyonda duyduğu olayı yazar bizzat gidip görmüş, görüşmüş, onlara yardım etmiş, dertlenmiş, ağlamış. Onun derdi bütün bu olayları anlatırken bir edebî eser vücuda getirmek değil. Bir nevi su kendiliğinden mecrasını bulmuş.
Kitapta “Kıyaya Vuranlar” hikâyesi hepimizi derinden etkileyen Aylan’ın Bodrum Kıyılarındaki trajedik olayını anlatıyor. Bu hikâye gibi yüzler hatta binlerce olay var, savaştan kaçış ve Akdeniz’de ölümü anlatan. Kitaba adını veren ve Suriye Türkmen Cephesi kanaat önderlerinden Ekrem Dede’nin ve ailesinin Suriye’den kaçış hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeyi Ekrem Dede, bizzat kendisi anlatıyor. Yazar dinlemiş, Ekrem Dede anlatmış.
Savaş, kargaşa ve sonrasında göç, başlı başına kötü bir olaydır. İnsanlar, savaş ve kargaşa ortamından kaçıp sığınılacak yerlerde ya da yaşam alanlarında ilk etapta düşündükleri şey hayatlarını kurtarmak, hayatlarını idame etmek, çoluk ve çocuklarını tehlikeden kurtarmaktır. İyi insanlarla karşılaşmak ve insanca karşılaşmak, onların ikinci talepleridir. Fakat savaştan kaçanlar her zaman iyi insanlarla karşılaşmayabilir. Aynı şekilde savaş ortamından her zaman iyi insanlar kaçmaz, kötü insanlar da kaçabilir ve sınırlarımıza dayanabilir. Bu hususta mütefekkir-yazar Cuma Ağaç’ın söylediği bir söz vardı. “Suriye’deki kargaşadan ilk olarak kaçanlar oranın asilleri değildi, oranın çingeneleri, dilencileri, hayat kadınları, hırsızları, hayırsızları idi. Şimdi bu kötü insanları da maalesef kötü insanlar karşılamadılar. İyi insanlar karşıladılar. Hem de nasıl iyi insanlar: Saf, masum, Suriye’deki olaylara üzülen, kardeş bağları duygusuyla gözyaşı döken, Esed’e ve yandaşlarına lanetler okuyan insanlar vardı. Nerede yardıma muhtaç bir Suriyeli görse yardıma koşan iyi insanlardı bunlar. Yazar Mehmet Sarmış, Kıvırlık Kuşları adlı kitabında anlattığı hikâyeler tam da bu bakış açısıyla önem kazanmaktadır. Onun yazdığı hikâyelerde tam bir objektiflik söz konusu. Kurgu yapmadan gördüklerini, bir halkın içine düştüğü sıkıntıları, ölüm kalım mücadelesini, gurbet yıllarını hep bu nesnel yönüyle kaleme almıştır. Bu bakış açısıyla okuduğum kitapta şu iki hikâye dikkatimden kaçmadı.
İlk olarak “İftira” adlı hikâyenin tahlil ve yorumunu yapacağım. Bu hikâyenin kahramanı Zeynep adlı Suriyeli bir muhacir, ülkemize sığınmış. Savaşta kocasını ve oğlunu kaybetmiş. Ülkemizde önce çadır kentte daha sonra ise bir şehirde bir bodrum kat kiralayıp yaşamaya başlamıştı. Bu arada bir yardım kuruluşunda da işe başlamıştı. Maalesef Zeynep’in karşısına iyi insanların yanında kötü insanlar da çıkıyordu. Ve bu kötü insanlar ona kötülük yapmaya çalışırken yine iyi insanlar onu kurtarıyor. Zeynep’in ev sahibi ona kötülük yapmaya çalışan biriydi. Önce tacize yeltenmeye çalışıyor. Zeynep bu tacizden ucuz bir şekilde kurtuluyor. Fakat bu sefer ev sahibi Zeynep’i karakola şikâyet edip onun eve erkek attığını söylüyor. Bu arada iyi karakter rolünde Mustafa Amca devreye giriyor ve Zeynep’i hem iftiradan hem de ev sahibinin saldırılarından koruyor.
Bir diğer etkisinde kaldığım hikâye de “Kumpas” adlı hikâye idi. Hali vakti yerinde olan Hüsamettin Hoca, hanımıyla beraber engelli oğulları Ercüment için kaç kez kız bakmaya gittilerse de hep elleri boş dönmüştür. Kızını istedikleri aileler, Ercüment engelli diye hep olumsuz cevap vermişlerdi. Onlar da Bakkal İbrahim’in sözüne güvenerek Hatay’a bir Suriyeli kız bakmaya giderler. Kızın ailesiyle anlaşırlar. Nikâh kıyılır. Kız için aracıya para verirler, kızın ailesine para verirler. Düğün için ayrıca bir masraf, sonrası geline alınan altınlar ve cabası. Ve Sonrası malum… Suriyeli gelin düğünün ertesi günü altınlarla beraber kayıplara karışıyor.
Bu iki hikâye bize ne tam Suriye manzarası çizebilir ne de bizim manzaramızı gösterebilir. Ama yazar Mehmet Sarmış ülkemizde bütün bu olup bitenleri nesnel bir gözle anlatarak tarihe not düşmüştür.
Kitaba hikâye tekniği açısından baktığımızda kitaba ismini veren Kıvırlık Kuşları hikâyesi, hikâye bakış açısı anlamında “çoğulcu bir bakış açısına” yakın. Ama diğer hikâyelerde gözlemci bir bakış açısı mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi kitap, hikâyeden çok hatıraya yaklaşmış bir durumda. Çünkü hikâyelerde kurgu vardır. Olayların bazen gerçekliğinden uzak tarafları anlatılır. Burada yazar var olup biteni olduğu gibi anlatmıştır. Yine yazar, Suriye’de yaşanan bu trajediye bir fotoğrafçı gözüyle bakmamış; hisli, duygulu ve Suriyeli mağdurların acısını içinde hissetmişçesine bu hikâyelerini kaleme almıştır. Ayrıca yazar Mehmet Sarmış, literatüre “Kıvırlık” ismini de kazandırdığı için ona müteşekkirim. Birçok okuyucu gibi ben de kitap isminden dolayı değil içinde anlatılanlarla kitabı sevdim diyebilirim.