Kitlesel eğitim işkencesi
Çocuklar önce din adamlarının eline sonra sanayicilere sonra da devletlerin eline geçti. Bugün de küresel bir network tarafından işletilen sisteme entegre edilmek üzere yetiştiriliyorlar.
Bu süreç modern eğitim kurumlarının tesis edilmesiyle hız
kazandı. Tam zamanlı okul, ekonomik,
sosyal ve ideolojik olarak yasal statü kazandırılmış öğretmenler ve yasalara
uyum sağlayan eğitimli vatandaşlar…
Platon’un “Devlet”
adlı eserinde Sokrates’in şu diyaloğu ilginçtir; Çocuklara oyun kuralları iyi öğretilmeli çünkü bu, ileride devletimizin
yasalarına uyum sağlamaları ve itaat etmeleri konusunda büyük önem taşıyor.
Bugün “eğitimin temel
amacı nedir?” diye sorsalar; devletlere
itaatkâr, uyumlu, uysal, yasa koyuculara da saygılı bireyler yetiştirmektir
derim.
Modern eğitimin toplumsal projesi, rasyonelleşmeyi en üst
seviyeye çıkarmaktır. Bu rasyonelleşme maddi uygarlığın oluşumu için önemli bir
değer taşırken arka planda da kapitalist değerleri aşılayan bir araca
dönüşmüştür.
Dolaylısıyla insan
yerine bireyi, gelenek yerine günceli, tarih yerine nostaljiyi, ahlak ve değer
yerine pragmatizmi koyan bir döngünün işlemesine neden olmaktadır.
Öyle ki modern eğitim anlayışı, insanı değersizleştiren ve
ona zarar veren bir duruma evirilmiştir.
Eğitim, İvan İlyiç'in
ifadesiyle söyleyecek olursak; birey de
artık profesyonellerin güdümünde bir araç haline gelmiştir.
Bu öyle bir durum ki
geçmişin fiziksel sakatlanma, sömürü ve işkencesi bugün yerini “eğitim” adı
altında ruhsal işkenceye bırakmıştır.
Eğitim bugün birçok eğitimcinin yaptığı tanımın aksine bir
davranış değiştirme süreci değildir. Sistematik olarak bireyi bir düşünce ve
emel doğrultusunda eriten ve değersizleştiren bir süreçtir.
Buna bireyin özne olabilme halinin elinden alınması da
diyebiliriz. Bir özne olarak belirmeyen ne olur? Elbette nesneleşir.
Bu tür eleştirel yaklaşımın ilk örneğini Rousseau’da görüyoruz. Çünkü Rousseau
her şeyden evvel bireyin özgürlüğünü öncelemektedir.
Emile’de çocuğun
duygu dünyası üzerinde durduğu kadar varoluşsal değeri ve vicdanı üzerinde durmaktadır.
İnsanın gerçekten kendi aklına sahip çıkması önemlidir. Modern eğitim kurumları ise aklımızı
başımızdan almak için kurulmuştur.
Okullarda yani sert
beton yığınları arasında uslu durmanın, akademik ve mekanik bir biçimde
ilerlemenin “şart” olduğu algısı da bu yüzden oluşturulmuştur.
1763’de Prusya’da Köy
ve Taşra Okulları Bildirgesi yayınlanmıştı. Bu bildirgeyi okulları yönetmekle
görevli Kilise meclisinin üyesi Berlin’in meşhur papazı Julius Hecker idi.
Bu bildirgenin hedefi de dini, milli ruhu geri getirmek ve gençlerin iyi
yetiştirilmesiydi.
Bugün de bu vazifeyi Rockefeller
yapıyor. Hedefi; önce devletlere itaatkâr
vatandaş yetiştirmek sonra da aynı itaatkârlığı kurulacak yeni dünya düzeni
sistemine uyarlamaktır.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi çocuklarımız sürekli
olarak el değiştiriyor. Birileri onları bizim dışımızda, bize rağmen eğip
büküyor, ideoloji enjekte ediyor ve kendi sistemlerine entegre ediyor.
Bugün eğitimin neden
zorunlu ve ücretsiz bir faaliyet olduğunu aklıselim bir kafa ile sorgulamaya
başlarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Bilindiği gibi pedagoji Grekçe bir kelimedir. Pais, çocuk ve genç. Ago, yönetmek, yetiştirmek ve yönlendirmek anlamına gelir. Roma’da çocuklara bakan mürebbi rolündeki
kölelere pedagog denirdi. Bugün de öğretmen deniliyor.
Antik Yunan
köleliğinin bir devamı olarak farklı bir sistematiğe bürünmüş olan eğitim
öğretim faaliyetleri bugün politik güçlerin elinde bir araç haline gelmiştir.
O yüzden önce bu sistemi çözmeliyiz. Bugün çocuklarımızın
okudukları kısa metinleri bile anlayamaması bizleri şaşırtmamalıdır.
NOT: Adem Yıldırım’ın Eleştirel Pedagoji adlı kitabını
özellikle öğretmenlere tavsiye ederim.