Kitap molası XXXIX; Ziyan Bülteni
Ziyan
Bülteni. Sami
Uluğ’un Ekim 2023’te Fabrik Kitap’tan çıkan şiir kitabı. 85 sayfa hacminde;
açık sarının ve ağırlıklı olarak siyahın bulunduğu arka fon üzerine oturtulan
eskimiş plastik bardakla oluşturulan kapak tasarımına sahip. 20 şiirden oluşan
eser girişinde Karacaoğlan’ın “Üç derdim
var birbirinden seçilmez” mısraıyla selamlar okurunu.
Ziyan Bülteni ihtiyacı olan ilhamı
yapay ve ütopik bir dünyanın sınırsızlığından değil, gerçek dünyanın içinden
alır. Şairane gerçeklik, realist şiir... Sofradan, çayın deminden, tuzdan,
hastane sıralarından, serum almayı bekleyen öksürüklü hastalardan, türbelerden,
kırmızı ışıktan, “hakkını almak gibi
damardaki sütten” direnişin ipine sımsıkı tutunan insan modelinden alır
kitabın şiirleri sesini. Mısra sesini gür bir perdeden sunan bu tavır kitabı da
güçlü bir yere oturtur. Modern dünyanın ruha kabz hâli yaşatan koridorları,
caddeleri, sokakları tüm canlılığıyla mısraın ruhuna siner. Hülasa Sami Uluğ
zamanın terimlerini şiirine dâhil eder.
Kitabın ilk şiiri “Allah Var Mesai
Var”da “Binmek; sağlı sollu
ilerlemenin/ilk şartıdır apolitik/Aristokratlar ve botokslular bunu
bilmez/Allah var (s. 11)” mısraları, “Emir Kipi” adını taşıyan şiirin “Biz ölünce; dil altı hapları, insülinler,
kemoterapi/biz ölünce iyi bilirdik” mısraları (s. 26), “Tüm Bunlar” da
geçen “Tavşanla kaplumbağayı
yarıştıran/tertip komitesinin/Sonuca doğrudan tesir etmesi gibi/spekülaktif tüm
bunlar (…) Gördüm, tavşana uyku
hapını La Fontaine verdi” mısraları (s. 34), “Açık Yara”daki “Oysa şunun şurasında yirmi birinci
yüzyıla/Oysa Avrupa Birliğine, üçlü koalisyonlara/Oysa dinler arası diyaloğa ne
kalmıştı/Ne kalmıştı sahi ayrılıktan dönen parmaklarıma?” mısraları,
“Karşıya Karşıdan Geçerken” de geçen “Çok
katlı köşe başlarında matrahsız, stopajsız/mahrum aşktan/Gırtlağına bir kadın
sesi yerleştiriyor/yüzüne gündelik epilasyon/(…) Çarpık sevişmelerin sonucudur/çarpık kentleşme, afişini/Kurallı cümle
istiyor Mimarlar Odası” (s. 64-65) çağın nabzını tutan ve çağ insanını
kuşatan malzemeleri sunar. Özellikle “Ş.” başlığını taşıyan ürün sosyal medyanın
hayatı istilâ eden yönünün ustalıkla şiire yerleştirilmesi açısından önemlidir
(s. 57):
Yüzünüzde
piksel piksel tebessüm provaları
Durumunuz
gayet güzel görünüyor bayan
Kısa
sürse de hikâyeniz pardon sıtoriniz
Tutup
zamanı parmaklarımızla sizi
Yirmi
dört saat kesintisiz izleyebiliriz
Bir
sonraki tebessümünüzü
merakla
bekliyoruz bayan
Şiirde şairin ruh durumunu ve kendi duygularını mısraa
katmayan bir sanatçı edasıyla gerçek bir hayat profili çizmekte olduğu fark
edilir. Bir kadını merkeze alan ve onunla söyleşirken insanlığa seslenen
dizelerde ironi; hayranlık, hüzün, coşku, takdir, hayret gibi pek çok duygunun
önüne geçer ve şair gerçekçi tutumuyla üstü kapalı bir çağ eleştirisi inşa
eder. Bunu yaparken türkülerimizin doğal güzelliğine atıfta bulunmayı ihmal
etmez:
“Çok yakışmış, sosyal sorumluluk projesi dilinize/Çok yakışmış, kürklere
hayır!/doğal çıplaklık üstünüze/Biz itibar etsek de sözünüze/güzelliğiniz
paylaştıkça ikna edici/ Lütfen beni bağışlayınız bayan/dinmiyor içimdeki
fotoşop şüphesi/ Fonda “Çözemedim çözülmüyor Mihriban”
Hülasa bu şiirlerde mensubu
bulunduğu vakte biat eden değil de onunla arasına bir mesafe koyabilip ona
uzaktan bakmayı başarabilmiş bir bilinç ortaya çıkar. Dünyaya kendinin içinden
ve onun dışından bakabilen bu bilinç şiirlerdeki realist sesin baskınlığına
rağmen manadan ve maneviyattan azade değildir. Nitekim “Mahcup Aidiyet” adlı
şiirde çağ insanının kaybettiklerine dair ıstırabı dillendirilir (s. 33):
Hüküm katındandır
Allah’ım bizi affet
İncirin, zeytinin ve
kutsadığın narın
Sırrına eremedik
esmer tenli buğdayın
Dökülen yağmurun,
sessiz inen karın
Bulandırdık suyunu
akça bir pınarın
Affedilecek
yanlarımız çoğaldıkça susuyor
Susuyor dillerimiz
sana Allah’ım
Keza “Balçık” adlı şiir de “isyankâr alnından ibarettir en nihayetinde
insan/Bıçak değmemiş bir elmanın/Al yanağında rastladım bu bilgiye/Henüz doğum
lekesi geçmemişken kaburgasından/Henüz kadim sürgünlüğe sürülmemişken insan/ve
imtihan edilmemişken evladıyla ilk baba/dişlerine ekşitilmiş kuşkunun suyu
değmiştir” mısralarıyla beşerin aslına, öz yurduna telmihler içerir.
Sami Bey’in şiirleri okura kendi
çağının diliyle seslense de onda zamana yemin eden ayetlerin insanı ziyan
içinde zikreden hâletine (s. 71), peygamberlere (Hz. Yakup ve Yusuf, s. 72, Hz.
İbrahim ve İsmail, s. 73), Fuzuli’ye, Leyla ve Mecnun’a (s. 79-84), eski
uygarlıklara (s. 53), türkülere göndermeler bulunur. Bununla birlikte Ziyan
Bülteni okuruna samimi bir hüzün için salt kadim kelimelerin
kamburlaşmış bedenlerine ihtiyaç olmadığını, devrinin lisanıyla da yüksek bir
acının sözcüsü olunabileceğini anlatır. Buradan hareketle eserin beni çok
etkileyen iki şiirini anmak isterim. Bunlardan ilki “iki selâ arasına serilmiş annemin serin elleri” mısraını içinde
taşıyan ve anne, İstanbul ve sevgili üçgeninde kurulan “Bir Ayrılık İki Ölüm”
adlı şiir. Bu şiir, nitelikli bir
tesirin çok sade bir anlatımla da sağlanabileceğinin göstergelerinden… Şairin
babasının ölümünü anlattığı “Son Haziran” şiiri de acının estetize edilmiş
yorumu. Şiirdeki muazzam lirizm insanı kendine kilitleyen bir etkiye sahip:
“ilk insan ölümüdür babam/ilk mahcubiyetimiz, son haziran. /Şu cevizin
gölgesi, şu dokuz merdiven/şu toprak dam/Şu avlunun ortasına kurulmuş/Yeşil
çadır da neyin nesi?/Yedi tıraşsız gün yüzüne baktım/yetimlik bir aralıktan
İlk
cenaze namazıdır babam/ilk mağlubiyetimiz son haziran/(…)/Şu evlerden taşan
insanların/dizlerini döven sesler de ne?/Oyalı yazmalar gördüm/eğilmiş başlar
üstünde hüzne batık/ Hüseynî bir ağıt sarılır boynuna/ilk sabahtan annemin,
düşer kirpikleri.”