Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Ocak 2024

Kitap molası XXXIX; Ziyan Bülteni

Ziyan Bülteni. Sami Uluğ’un Ekim 2023’te Fabrik Kitap’tan çıkan şiir kitabı. 85 sayfa hacminde; açık sarının ve ağırlıklı olarak siyahın bulunduğu arka fon üzerine oturtulan eskimiş plastik bardakla oluşturulan kapak tasarımına sahip. 20 şiirden oluşan eser girişinde Karacaoğlan’ın “Üç derdim var birbirinden seçilmez” mısraıyla selamlar okurunu.

Ziyan Bülteni ihtiyacı olan ilhamı yapay ve ütopik bir dünyanın sınırsızlığından değil, gerçek dünyanın içinden alır. Şairane gerçeklik, realist şiir... Sofradan, çayın deminden, tuzdan, hastane sıralarından, serum almayı bekleyen öksürüklü hastalardan, türbelerden, kırmızı ışıktan, “hakkını almak gibi damardaki sütten” direnişin ipine sımsıkı tutunan insan modelinden alır kitabın şiirleri sesini. Mısra sesini gür bir perdeden sunan bu tavır kitabı da güçlü bir yere oturtur. Modern dünyanın ruha kabz hâli yaşatan koridorları, caddeleri, sokakları tüm canlılığıyla mısraın ruhuna siner. Hülasa Sami Uluğ zamanın terimlerini şiirine dâhil eder.

Kitabın ilk şiiri “Allah Var Mesai Var”da “Binmek; sağlı sollu ilerlemenin/ilk şartıdır apolitik/Aristokratlar ve botokslular bunu bilmez/Allah var (s. 11)” mısraları, “Emir Kipi” adını taşıyan şiirin “Biz ölünce; dil altı hapları, insülinler, kemoterapi/biz ölünce iyi bilirdik” mısraları (s. 26), “Tüm Bunlar” da geçen “Tavşanla kaplumbağayı yarıştıran/tertip komitesinin/Sonuca doğrudan tesir etmesi gibi/spekülaktif tüm bunlar (…) Gördüm, tavşana uyku hapını La Fontaine verdi” mısraları (s. 34), “Açık Yara”daki “Oysa şunun şurasında yirmi birinci yüzyıla/Oysa Avrupa Birliğine, üçlü koalisyonlara/Oysa dinler arası diyaloğa ne kalmıştı/Ne kalmıştı sahi ayrılıktan dönen parmaklarıma?” mısraları, “Karşıya Karşıdan Geçerken” de geçen “Çok katlı köşe başlarında matrahsız, stopajsız/mahrum aşktan/Gırtlağına bir kadın sesi yerleştiriyor/yüzüne gündelik epilasyon/(…) Çarpık sevişmelerin sonucudur/çarpık kentleşme, afişini/Kurallı cümle istiyor Mimarlar Odası” (s. 64-65) çağın nabzını tutan ve çağ insanını kuşatan malzemeleri sunar. Özellikle “Ş.” başlığını taşıyan ürün sosyal medyanın hayatı istilâ eden yönünün ustalıkla şiire yerleştirilmesi açısından önemlidir (s. 57):

Yüzünüzde piksel piksel tebessüm provaları

Durumunuz gayet güzel görünüyor bayan

Kısa sürse de hikâyeniz pardon sıtoriniz

Tutup zamanı parmaklarımızla sizi

Yirmi dört saat kesintisiz izleyebiliriz

Bir sonraki tebessümünüzü

merakla bekliyoruz bayan

Şiirde şairin ruh durumunu ve kendi duygularını mısraa katmayan bir sanatçı edasıyla gerçek bir hayat profili çizmekte olduğu fark edilir. Bir kadını merkeze alan ve onunla söyleşirken insanlığa seslenen dizelerde ironi; hayranlık, hüzün, coşku, takdir, hayret gibi pek çok duygunun önüne geçer ve şair gerçekçi tutumuyla üstü kapalı bir çağ eleştirisi inşa eder. Bunu yaparken türkülerimizin doğal güzelliğine atıfta bulunmayı ihmal etmez:

Çok yakışmış, sosyal sorumluluk projesi dilinize/Çok yakışmış, kürklere hayır!/doğal çıplaklık üstünüze/Biz itibar etsek de sözünüze/güzelliğiniz paylaştıkça ikna edici/ Lütfen beni bağışlayınız bayan/dinmiyor içimdeki fotoşop şüphesi/ Fonda “Çözemedim çözülmüyor Mihriban

Hülasa bu şiirlerde mensubu bulunduğu vakte biat eden değil de onunla arasına bir mesafe koyabilip ona uzaktan bakmayı başarabilmiş bir bilinç ortaya çıkar. Dünyaya kendinin içinden ve onun dışından bakabilen bu bilinç şiirlerdeki realist sesin baskınlığına rağmen manadan ve maneviyattan azade değildir. Nitekim “Mahcup Aidiyet” adlı şiirde çağ insanının kaybettiklerine dair ıstırabı dillendirilir (s. 33):

Hüküm katındandır Allah’ım bizi affet

İncirin, zeytinin ve kutsadığın narın

Sırrına eremedik esmer tenli buğdayın

Dökülen yağmurun, sessiz inen karın

Bulandırdık suyunu akça bir pınarın

Affedilecek yanlarımız çoğaldıkça susuyor

Susuyor dillerimiz sana Allah’ım

Keza “Balçık” adlı şiir de “isyankâr alnından ibarettir en nihayetinde insan/Bıçak değmemiş bir elmanın/Al yanağında rastladım bu bilgiye/Henüz doğum lekesi geçmemişken kaburgasından/Henüz kadim sürgünlüğe sürülmemişken insan/ve imtihan edilmemişken evladıyla ilk baba/dişlerine ekşitilmiş kuşkunun suyu değmiştir” mısralarıyla beşerin aslına, öz yurduna telmihler içerir.

Sami Bey’in şiirleri okura kendi çağının diliyle seslense de onda zamana yemin eden ayetlerin insanı ziyan içinde zikreden hâletine (s. 71), peygamberlere (Hz. Yakup ve Yusuf, s. 72, Hz. İbrahim ve İsmail, s. 73), Fuzuli’ye, Leyla ve Mecnun’a (s. 79-84), eski uygarlıklara (s. 53), türkülere göndermeler bulunur. Bununla birlikte Ziyan Bülteni okuruna samimi bir hüzün için salt kadim kelimelerin kamburlaşmış bedenlerine ihtiyaç olmadığını, devrinin lisanıyla da yüksek bir acının sözcüsü olunabileceğini anlatır. Buradan hareketle eserin beni çok etkileyen iki şiirini anmak isterim. Bunlardan ilki “iki selâ arasına serilmiş annemin serin elleri” mısraını içinde taşıyan ve anne, İstanbul ve sevgili üçgeninde kurulan “Bir Ayrılık İki Ölüm” adlı şiir. Bu şiir, nitelikli bir tesirin çok sade bir anlatımla da sağlanabileceğinin göstergelerinden… Şairin babasının ölümünü anlattığı “Son Haziran” şiiri de acının estetize edilmiş yorumu. Şiirdeki muazzam lirizm insanı kendine kilitleyen bir etkiye sahip:

ilk insan ölümüdür babam/ilk mahcubiyetimiz, son haziran. /Şu cevizin gölgesi, şu dokuz merdiven/şu toprak dam/Şu avlunun ortasına kurulmuş/Yeşil çadır da neyin nesi?/Yedi tıraşsız gün yüzüne baktım/yetimlik bir aralıktan

İlk cenaze namazıdır babam/ilk mağlubiyetimiz son haziran/(…)/Şu evlerden taşan insanların/dizlerini döven sesler de ne?/Oyalı yazmalar gördüm/eğilmiş başlar üstünde hüzne batık/ Hüseynî bir ağıt sarılır boynuna/ilk sabahtan annemin, düşer kirpikleri.”