Kitap molası XXXI; Meşrutiyetin gölgesinde
Özellikle
2000’lerden sonra tarihî romana duyulan ilginin artışını, yeninin eskiden ibret
alması gerektiğini özümseyen bir bilinç hâli ve tarihin, bu akıcı seyir içinde yeniden
yorumlanma arzusuyla izah edebiliriz. Tarihi edebiyat penceresinden izlemek,
bilgiyi sanata dönüştürmek, estetik bir yürüyüş içerisinde “fark etmek” romanda
tarihi ve tarihî romanı ayrıcalıklı kılan unsurlar arasında. Bu tür romanlarda tarih
bilgisinin ele alınan bir diğer tematik değerle (aşk, çocuk, ayrılık, aile) baş
başa gitmesi beklenirken ikinci tema tarihi gölgede bırakabiliyor yahut
tarihten bilgi verme isteği kitaba bütünüyle hâkim olabiliyor. Sencer Olgun’un
Nisan 2023’te Çıra Yayınları’ndan çıkan Meşrutiyetin Gölgesinde adlı eseri de
bilginin yoğun olduğu ve belgelerle ortaya koyulduğu romanlardan…
Bej,
kahve ve siyah tonlarının ağırlıkta olduğu Meşrutiyetin Gölgesinde askeri,
meclisi, bürokrasiyi içinde barındıran bir tarih sayfasıyla oluşturuyor kapak
görselini. Sencer Bey 42 bölüm ve 365 sayfalık eserini “Doksanüç Harbi’nin başkahramanlarından Nene Hatun’a ve tüm
şehitlerimize” ithaf ediyor. Mekân olarak Erzurum’un Taşmescit Mahallesi’ni
seçen kitap Ermeni ve Türk asıllı iki komşu ailenin birer hafta arayla dünyaya
gelen Diran ve Harun isimli oğullarını merkeze alarak başlıyor. Tarihler Miladi
1876’yı gösterir ve Osmanlı’ya mensup ailelerin dostluğuna vurgu yapılırken Erzurum’un
iklimi, sokakları, dükkânları, bahçeli evleri, meyve ağaçları, maneviyatı,
dokusu da incelikli bir şekilde işleniyor. Taşmescit Mahallesi’ni konu alan bu
ilk bölüm, Osmanlı’nın siyasî ve ekonomik şartlarıyla dönem içindeki konumuna
dair de bilgilendirmede bulunuyor. Osmanlı’nın egemenliği altındaki milletler
ile Rusya’nın planları ve Kanûn-i Esâsi’nin hazırlıkları ikinci bölümle yerini,
Yıldız Köşkü’nde ağırlanan yeni sultan II. Abdülhamit Han’a bırakıyor. Geriye
dönüş tekniği ile Abdülhamit Han nazarından geçmişe giden yazar dönem kadar,
sürece iz bırakan paşa ve hükümdarlar hakkında da pasajlar paylaşıyor.
Özellikle imparatorluğun son devirlerinde hızını arttıran mason faaliyetleriyle
V. Murat’ın zorunlu istirahate tâbi tutulmasının sebepleri, buna bağlı olarak
Abdülhamit’in çocukluğu, yetişme şartları, taht ile arasındaki mesafeden sonra
keşfedilmesi, sultanlığa hazırlanması, buna bağlı olarak şehzadelik dönemi,
nihayet Abdülaziz ile V. Murat’ın tahttan indirilmesi ve onun getirilişi adeta
resmediliyor. Burada Panslavizm, ayaklanmalar, milliyetçilik ve Şark meseleleri
üzerinde duruluyor. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile İslâm Birliği fikri eser
içinde yerini alırken dünya siyasetine yön vermeye çalışan devletlerde
özellikle açık denizlere inme politikası güden Rusya öne çıkarılıyor. Tarihten
kesitlerle bir dönem okuması yapılmasına imkân tanıyan Sencer Olgun,
hadiselerin toplumdaki yansımasını Taşmescit Mahallesi sakinleri üzerinden
ortaya koyuyor. Sık sık kıraathanedeki yerlerini alan müdavimler sıcak ıhlamur
eşliğinde umutlarını, kaygılarını, özlemlerini ve nedametlerini dile getiriyor.
Kıraathanede gerçekleştirilen fikir teatileri ve yaşanan tartışmalar geleceğe
mesaj taşıyan sözler. Soğuk kış günlerinin puslu havasına çivilenen cümleler,
önce yazarın kalbine sonra okuruna ulaşıyor. Osmanlı’nın ilk parlamentosu,
meclis içindeki Müslüman ve gayrimüslimler, Doksanüç Harbi değerlendirilirken
eserin ilk kahramanlarından Nubar ve Hacı Mahmud dostluğu nezdinde
Taşmescit’teki Ermeni Türk çatışmasını başlatan Ermeni çetelerinin planları
anlatılıyor. Kitapta hadiselerin kısa süre içinde açığa çıkarılması okuru
yormayan ve merakını yıldırmayan detaylar arasında.
Meşrutiyetin
Gölgesinde Erzurum’daki hadiseler dışında Ermeni ve Türk gerilimini
arttıran Ruslar üzerinden de yürütülüyor. Kitabın sonundan da anlaşılacağı
üzere Olgun bunun için ciddi bir kaynak taraması yapmış. Nitekim eserin yedinci
bölümüyle başlayan olaylar, Erzurumluların Ruslara karşı dillere destan
direnişini ve Ahmet Muhtar Paşa’nın mimarı olduğu Aziziye Zaferini anlatıyor. Paşaların ve şehitlerin mektupları ile
beslenen ve dünya medyasında yer alan dönem haberlerine yer verilen eserde
Abdülhamit’in tahta çıkışı ve indirilişi üzerinden geçen zaman
detaylandırılırken Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuna varıncaya dek antlaşmalara,
savaşlara, cemiyetlere, göçlere, zorunlu tehcirlere ve bunun dünya
siyasetindeki yansımalarına, katliam ve ayaklanmalara alan açılıyor. Ermeni ve
Türk iki aile merkezinde biri hicran, bir diğeri mutlulukla nihayetlenen iki
aşk hikâyesinin de konu alındığı kitap özellikle mecburi Ermeni tehcirinin
sebepleri, işleyişi, neticeleri üzerinde detayla durması açısından önem arz
ediyor. Nitekim Ermeni tehciri konusunda eserden büyük bir birikimle çıkmak
kaçınılmaz.
Plevne
Savunması, 31 Mart Vakıası, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Abdülhamit Han’ın
tahttan indirilmesi, Birinci Dünya Savaşı, Sarıkamış Harekâtı; Elmalılı
Hamdi’nin, Dr. Rıza Nur’un, Ahmet İzzet Paşa’nın, Süleyman Nazif’in, Rıza
Tevfik’in zaman içinde II. Abdülhamit Han’a karşı değişen görüşleri, göçler,
Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün yıldızının parlayışı, II.
Abdülhamit Han’ın vefatı ve bunun toplumdaki yankıları eserde ince bir
işçiliğin tezahürü olarak öne çıkan önemli olaylardan… Hemen burada roman
türünde yer alan eserin, bir tarih kitabı olarak da okunabileceğini belirtmem
gerekiyor. Zira maziye vurgu yapan bilgiler bütünü yanında kitabın akışını
tesis edecek kurgular bir miktar nahif kalıyor.
Tarihi
kalbimizden süzeceğimiz ve koskoca bir imparatorluğun çöküşünde kalbimizin
ağrısını hissedeceğimiz Meşrutiyetin Gölgesinde tüm hüznüne
rağmen mavi göklerinde ay yıldızın dalgalandığı, kırgınlıklarından yeniden
tüten ocakların yeşerdiği, güzel nesiller yetiştirme hayaliyle acılarını örten
olgun bir kabiliyetin yeniden gülümseyebildiği umut yüzlü bir finale imza
atıyor. Tüm güzelliğine rağmen hayatın devam ettiğine dair buruk bir bilinç
bırakarak…
Selam ile