Kitap molası XXVIII; Ecza deposu
İnsan daha çok şiirlerine mi benzer yoksa orada “olmak hülyası”nı mı inşa eder, henüz çözemedim. Nadiren de olsa eserleriyle hemdem olabilmiş, yazdıklarının bir parçası gibi durabilmiş yahut onları kendinden birer parça kılabilmiş kimselerle karşılaştığımda seviniyorum. Arif Onur Solak edebiyat dünyama kalemini temsil eden bir asalet ve tevazuu ile girdi, orada öylece kalabildi. Yenilgi’nin Zaferi’nden uzun bir zaman sonra çıkan iki şiir kitabı bayram arifesinde, bir bayram müjdesi gibi eşiğimden içeri süzülünce okunmak için tenha zamanları bekledi.
Şubat 2023’te ilk
baskısını Klaros Yayınları’ndan yapan Ecza Deposu sade, zarif bir kapak
tasarımına sahip. Yeşilin ve sarının uçuk tonlarına yaslanan vanilya çiçeği
renginde arka fon, bu düz zeminin küçücük bir yerinde ecza dolabı olduğunu
zannettiğim ancak kapalı kapağıyla çağrışım dünyasının katmanlarına açık bir
dolap. Dolabın köşesinden sızan harflerle inşa edilen kitap ismi… Kapak bu sade
ancak iddialı hâliyle Solak’ın şiir anlayışını yansıtıyor. Şairin “babam” a
hitabıyla başlayan eserinde on yedi şiir, altmış beş sayfayı ihtiva ediyor.
Kitap açılışını “Halüsinasyon ya da Rüya Belki” şiiriyle yapıyor ve henüz ilk
durağında “Ama beynimin içinde bağıran
bir adam/Derdimin dağlarına çıkmış şarkı söylüyor” mısralarıyla
çalışmalarındaki o baskın sesi, isyanı ortaya koyuyor. Arif hocanın şiirinden
tanıdığımız bireyin uyumsuzluğu, çağın ve metropolün akışına teslim olmama hâli
infilak noktasına varan serzenişlerle, illaki imgesellikle aşikâr ediliyor (Son
Karşılaşma):
“İçimizde sürekli kanayan bir metropol
yarası/Sağaltılmayı bekleyen bir acıdır taşrada (s. 10)”
“Bütün koltukları işgal altında içimin/ve
ayaktayım, kendime yer vermek istiyorum (s. 11)”
Şairin
çağ ile arasındaki ruh uyuşmazlığının bir göstergesi olan şiirlerin başında
“Değişen Hikâye” geliyor. Bu şiirde kalemin sisteme muhalif yanı “Evet, babam haklıydı ve bütün güzel
ihtimallerin ömrü kısaydı/Hayallerin
suçu yok; sistem arızalıydı (s. 22)”, “Müteahhitlere
verdiler eski gelenekleri yıkılsınlar diye (s. 24), “Kimsenin hüznü kimsenin hayretine dokunmuyor (s. 25), “Raşit amca ve Mualla teyze de ölünce/Öğle
namazına müteakip gömdüler komşuluğu (s. 25)” gibi mısralarla ferdin
dünyadaki eğretiliği üzerinden ortaya konuluyor. Nitekim ondan sonra gelen ve kitaba
adını veren “Ecza Deposu” da “bizi yanlış
bir çağa bindirdiler aslında bütün mesele bu (s. 27)” mısraıyla şairin
tematiğini özetliyor.
Arif
Onur Solak şiirinin karakteristiğinden bir diğerini de onun zamana yenilmeyen
geçmiş zaman şarkılarından ilham alması oluşturuyor. “Müslüm Gürses Mp3” adını
taşıyan çalışmanın yanı sıra kitaba isim olan şiirde geçen “gözlerinin içine başka hayal miydi hayat mı?
Neydi sonrası (s. 28)”, Otobüs Durağında Yalnız” şiirinde yer bulan “Leyla da özge can değil artık taşındı
buralardan (s. 56)” gibi mısralar şarkıların nabzını tutuyor ancak dikkat
edileceği üzere yapılan göndermeler ters bir istikamet üzerinden şekilleniyor.
Aynı tutumu şiirlere yapılan telmihlerden de takip etmek mümkün. “Öz sokağımda garip mahallemde parya (s.24)
mısraı ile Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” şiirine göndermeyi “beni bu çirkin apartmanlar mahvetti (s.
48) ile Orhan Veli, “Düşünüyorum o halde
deliyim, kime ne (s. 60)” mısraıyla da Descartes izliyor. Şair
telmihleriyle dünyaya kafa tutsa da orada, çağın sesiyle seslenen modern bir
tutum dikkatleri çekiyor. Ferdin yalnızlığının, dışarda kalmışlığının
anlatıldığı mısralarda klişeler karşısında dimdik duran, yazıcının ifadesiyle
romantizme yenilmeyen (s. 35), cinnetin eşiğinde bulunsa da buhrana düşmeyen
hülasa yenilik ortaya koyabilen bir tavır fark ediliyor. Zaman zaman şarkı ve
şiirlerin referans alındığı bu iklimde Solak alanını bir tezat üzerinden inşa
ederken, öfke ve isyan kaybettiğimiz kimlikler olarak karşımızda duruyor
(Entegrasyon Sorunu);
“Düşünce suçuyla kovuldum bütün kalabalıklardan/Müstehzi
küfürlerle geçtim eyyamcılar çarşısından, gençtim/Edebe mugayir kaldı dilimin
ucuna çöreklenen ne varsa/Kimse üstüne alınmadı yumruk gibi böyle göğsüme/Bir
çiçeğin kanamaya durması gibi ya da açması gibi bir gerçeğin/Nerede öfkesi
yüksek bir şiire dursam, orada yeminli direnişler/Kaldığımız yerden başlamanın
ve yeniden başlamanın şarkısı/Beni bu çirkin apartmanlar mahvetti, şöyle boğaza
karşı ölsek mi biraz (s. 48)”
Şüphesiz
Arif Onur şiirinde daima karşılaştığımız teyakkuz durumu ve direniş hâli onda yer
yer yorgunluk da husule getiriyor. Ancak bu yüzünü yılgınlığa dönmekten hayâ
eden, onurlu bir yorgunluk… Bitişe doğru ikrar edilen bu hâlin nihayetsiz
hüznünü “İçimde uzun namlulu düşler
patlıyor/Beni dünyanın en hüzünlü şiirine bağışla (s. 58), “Pencerelerden sarkan mor sümbüllü
bakar/Neşesi kaçmış bültenlerden aşağı düşüyor (s. 63)” mısralarından
okumak mümkün.
Ecza
Deposu’ndaki şiirlere dair tespitlerim bu kadarla sınırlı
değil. Elimdeki kitabın hemen her sayfası çizili durumda çünkü… Bu sese aşina
olmak ve sıcak bir kahve eşliğinde mısraları yudumlamak çok kıymetli… Gazetenin
bana tahsis ettiği sayfayı tamamlamak durumunda olduğum için buraya bir nokta
bırakıyorum fakat sadece şimdilik…
Selam
ile